‘Srebrenitsa Annesi fotoğrafım, yıkılmayan güçlü kadınları temsil ediyor’
Istanbul
Srebrenitsa soykırımının sembol fotoğraflarından “Srebrenitsa Annesi”ni çeken fotoğraf sanatçısı Almin Zrno, hayatında önemli bir dönüm noktası olan o fotoğrafın “dünyanın birçok yerinde savaşlara, acılara, ölümlere ve birçok acıya göğüs geren ama yıkılmayan güçlü Bosnalı ve diğer tüm dünya kadınlarının bir simgesi ” haline dönüştüğünü söyledi.
Bosna Hersek’te 1966 yılında Müslüman bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Zrno, erken yaşlarda fotoğrafçılığa ilgi duymaya başladı. 15 yaşında başladığı fotoğrafçılık okulunda yeteneklerini geliştiren Zrno 17 yaşında ulusal bir fotoğraf yarışmasında ilk ödülünü kazandı.
1986’dan 1992’ye kadar Bosna Hersek’in Yugoslavya’dan ayrılma sürecinde fotoğrafçılığı bırakmak zorunda kalan ve ülkesini koruyan Zrno, savaşın ardından mesleğine tekrar geri döndü.
Srebrenitsa soykırımından sonra birçok gazetede fotoğrafçı olarak çalışan Zrno, 2001’de çektiği “Srebrenitsa Annesi” fotoğrafıyla Bosnalı kadınların tüm zorluklara rağmen ayakta kalma mücadelesini en iyi anlatan sembol fotoğraflardan birine imza attı.
Zrno, fotoğrafçılık serüvenini ve hayatında dönüm noktası olarak gördüğü “Srebrenitsa Annesi” fotoğrafını AA muhabirine anlattı.
“Silahlarla uyurken tek rüyam fotoğraflarla uğraşmaktı”
Zrno, birçok farklı milletten insanın aynı mahallede yaşadığı bir ortamda doğduğunu söyledi.
Fotoğrafa ilgisinin küçük yaşlarda başladığını anlatan Zrno, “Komünist Yugoslavya döneminde Müslüman bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldim. O dönemlerde komünizm o kadar sert değildi. Evimizde her zaman Ramazan ve Kurban bayramlarını kutlayabiliyorduk. 15 yaşında fotoğrafçılık okulunu kazandım. Orada ilk defa fotoğrafla tanıştım. Harika bir histi. Fotoğrafa aşık olmuştum. 17 yaşımdayken Yugoslavya döneminde en önemli fotoğraf yarışmalarından birinde ödül kazandım. Her şeyin daha iyi gitmesini hayal ederken 20 yaşıma geldiğimde ülkemde savaş başladı ve fotoğrafçılığı bırakmak zorunda kaldım. 4 yılımı Saraybosna’da silah altında geçirdim. Silahlarla uyurken tek rüyam fotoğraflarla uğraşmaktı. O günleri hatırlamak bile istemiyorum. Hayatımın en zor günleriydi. Ama ülkemi korumak için ne gerekiyorsa yaptım.” diye konuştu.
Zrno, savaş bittikten sonra fotoğrafçılığa dönebilmek için tekrar fırsat bulduğunu ve insanların yaşadıklarını gazetelerde fotoğraflarıyla anlatmaya çalıştığını dile getirdi.
Savaş sonrasında sokaklarda çok kötü manzaralar olduğunu ve o günlerin kötü hatıralarını kendine sakladığını belirten Zrno, şunları kaydetti:
“Ben insanları iyi ya da kötü olarak ayırıyorum. İyi insanlara her zaman kalbimi açıyorum. İnsanların siyasi görüşleri ve fikirleri için bütün ırkı, Sırpları suçlayamayız. O dönemde soykırımı gerçekleştiren, faşist politikacıları herkes biliyor. Bu zihniyet maalesef hala devam ediyor. Bağımsızlık savaşında benimle beraber Bosna’yı koruyan Sırplar da vardı. Onları ayıramam.
Şunu da söylemek istiyorum ben bir fotoğrafçı olarak öyle Bosnalı anneler gördüm ki soykırımın ardından oğlunun, eşinin sadece bir tane kemiğini bulabildi ve öyle gömmek zorunda kaldı. Çünkü soykırımda öldürülen insanlar sonradan kimse bulamasın, bulursa da kim olduğu anlaşılmasın diye kamyonlarla farklı farklı yerlere gömülüyorlardı. Bu farklı bir acı. Bir fotoğrafçı için tüm bunları bilmek ve fotoğrafı çektikten sonra bu duygularla yaşamak gerçekten zor. ”
“Srebrenitsa Annesi” çok gururlu bir anne”
Zrno, Srebrenitsa Annesi fotoğrafını ve sonrasında değişen fotoğrafçılık anlayışını şu sözlerle anlattı:
“Srebrenitsa Annesi” olarak zamanla önemli bir sembole dönüşen fotoğrafı 2001’de çekmiştim. Hayatımın dönüm noktalarından birisi oldu. Anmada gözleri yaşlı onlarca anne vardı. Fotoğrafını çektiğim anne hala hayatta, çok gururlu bir anne. Kendisinin ön plana çıkmasını istemiyor. O anne hayata tutunan güçlü Bosnalı kadınları temsil ediyor ve şimdi torunlarıyla birlikte yaşadığını biliyorum. O fotoğraf da dünyanın birçok yerinde savaşlara, acılara, ölümlere ve birçok acıya göğüs geren ama yıkılmayan güçlü Bosnalı ve diğer tüm dünya kadınlarını temsil ediyor. O anları hatırlamak beni hala duygulandırıyor. O günden sonra insanların acılı, hüzünlü anlarının fotoğraflarını çekmeyi bıraktım.
Hala fotoğraf çekiyorum. Ama insanların acılarını anlatmak ve aktarmak istemiyorum. Artık insanların üzüntülü, acı çeken hallerini fotoğraflamak bana göre değil. O tarz fotoğraflar çekenlere tabii ki saygı duyuyorum. Ben artık savaş bölgelerine gidip, oradaki insanların sıkıntılarının, yüz ifadelerinin ve felaketlerin fotoğraflarını çekecek kadar güçlü değilim. Şimdi o acı çeken insanlara farklı şekillerde yardım etmeyi tercih ediyorum. Siz de benim yaşadıklarımı yaşasanız neden o fotoğrafları çekmek istemediğimi anlarsınız.”