Cumhurbaşkanı Erdoğan: İslam bize göre değil, biz İslam’a göre hareket edeceğiz
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Diyanet İşleri Başkanlığınca bir otelde düzenlenen 6. Din Şurası’nın kapanış programında yaptığı konuşmasında, şuranın ülke, millet ve tüm insanlık için hayırlara vesile olmasını diledi, katkı sunanlara şükranlarını iletti.
15 Temmuz gecesi okudukları selalar ve ezanlarla milleti direnişe çağıran tüm din görevlilerine tekrar şahsı ve Türk milleti adına şükranlarını sunan Erdoğan, “Her biriniz o geceki duruşunuzla insanımızın gönlünde taht kurdunuz. Milletimiz sizin mücadelenizi de sizlere saldıran bazı gafillerin ihanetini de asla unutmayacaktır. Bu vesileyle asırlardır mihrapları imamsız, minberleri hatipsiz, minareleri ezansız, bizleri vatansız bırakmamak için canlarını feda eden aziz şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum. Rabbim bu ülkeyi ve bu necip milleti her türlü sapkınlıktan, beladan, musibetten, terör eylemi ve ihanetten muhafaza eylesin diyorum.” ifadelerini kullandı.
Şura kapsamında değerli ilim, hikmet ve gönül insanları ile beraber olmaktan duyduğu memnuniyeti dile getiren Erdoğan, Türkiye’nin dört bir köşesinden gelen, her biri kendi alanında temayüz etmiş hocalarla görüşme fırsatını bulduğunu belirtti.
Diyanet İşleri Başkanlığının, İslam dünyası ve insanlık açısından kritik bir dönemde anlamlı bir toplantıya ev sahipliği yaptığına dikkati çeken Erdoğan, şöyle konuştu:
“25 Kasım’da başlayan 6. Din Şurası sırasında oldukça verimli ve kapsamlı fikir alış verişleri gerçekleştirildi. İnanç karşıtı akımlardan, din istismarına, dini rehberlik hizmetlerinden, aile kurumuna, gençliğe yönelik din eğitiminden manevi danışmanlığa, sosyal medyaya, yurt dışı diyanet hizmetlerine ve İslam düşmanlığına kadar hepsi birbirinden önemli konularda samimi tartışmalar yaşandı. Konunun uzmanlarının teklif ve görüşleri ile Diyanet İşleri Başkanlığımızın hizmet stratejisi belirlenmeye çalışıldı, eksikleri giderildi, varsa yanlışlar düzeltildi, yapılan hayırlı işler tekrar gözden geçirildi. Diyanet hizmetlerinin etkinliğinin ve verimliliğinin daha da artırılması için bazı kararlar alındı. Şura kararlarının ülkemiz, milletimiz, yurt dışındaki vatandaşlarımız, gönül coğrafyamız ve tüm alemi İslam için hayırlara vesile olmasını diliyorum.”
“Müslümanlar sıkıntılarına devayı din kardeşlerinde değil yabancılarda arıyor”
Şura’da 37 karar alındığına işaret eden Erdoğan, “Rabbim bereketini arttırsın.” dedi.
Erdoğan, birikimleri, değerli görüşleri ile şuraya katkı sunan tüm hocalara, bilim adamlarına, mütefekkirlere teşekkür ederek, şura kararlarının kapsamlı istişareler sonucunda ortaya çıkmış olmasını da ayrıca önemsediğini belirtti.
İstişarenin bir peygamber geleneği olduğuna işaret eden Erdoğan, bir konu hakkında işin ehline başvurarak danışmak ve fikir almanın Allah Resulü’nün benimsediği ve ümmetine öğrettiği bir usul olduğunu anlattı.
Hazreti Muhammed’in “İstişare eden, pişman olmaz.” hadisi şerifini hatırlatan Erdoğan, peygamberin bu sözüyle hem tavsiyede bulunduğunu hem de müjde verdiğini söyledi.
“Asr-ı Saadetten bugüne kadar Müslümanlar da şura geleneğini ayakta tuttukları müddetçe başarıdan başarıya koşmuşlardır.” diyen Erdoğan, istişare kültürünün terk edildiği dönemlerde ümmet olarak hep birlikte geriye düşüp mevzii kaybettiklerini belirtti.
Erdoğan, son iki asırda yüzleştikleri pek çok sıkıntının gerisinde şuraya hak ettiği değerin verilmemesinin olduğunu dile getirerek, şunları kaydetti:
“Kendi meselelerini özgürce konuşmayan, tartışmayan Müslümanlar, maalesef başkalarının yönlendirmesine, kimi zaman da manipülasyonuna açık hale gelmiştir. İstişare kültüründen uzaklaştıkça vahdetin yerini giderek tefrika almıştır. Ne yazık ki İslam ümmeti zamanla bir araya gelme, ortak iş yapma, sorunlarına müşterek çözüm üretme zeminlerini de kaybetmişlerdir. Bugün bile Kudüs, Filistin, İslam düşmanlığı, terörle mücadele, adalet, insan hakları dahil pek çok meselemizde bu eksikliği görüyoruz. Müslümanlar sıkıntılarına devayı din kardeşlerinde değil yabancılarda, Batılılarda, Batı başkentlerinde arıyor. Mezhep, meşrep ve çıkar eksenli yaklaşımlar, İslam ümmetini ortak bir paydada buluşmaktan alıkoyuyor. Kişisel kavgalarını, ümmetin maslahatının üstünde gören bir anlayışın, Müslümanlara verebileceği hiçbir şey yoktur.”
“Fiiliyata dökülmeyen her karar, aslında yok hükmündedir”
Erdoğan, Türkiye olarak gerek ülkeye dair konularda gerekse İslam İşbirliği Teşkilatı gibi uluslararası platformlarda, şura geleneğini tekrar ihya ederek bu zihniyeti değiştirmeye çalıştıklarını belirterek şunları söyledi:
“Müslümanların kutsallarına yönelik saldırılar karşısında harekete geçerek İslam dünyasının ortak tavır almasını sağladık. Kurumlarımızın, inananlar arasında bir vahdet ve meşveret mekanizmasına dönüşmesi için çaba harcadık. İslam dünyasının üzerine serpilmiş ölü toprağını temizlemek için her alanda çalışmalar yürüttük. Yıllardır örselenmiş Müslüman özgüvenini yeniden diriltmek için içeride ve dışarıda çok büyük mücadeleler verdik. Sadece konuşmakla, sadece karar almakla da yetinmedik. İstişareler neticesinde aldığımız kararların hayata geçirilmesi için de gayret sarf ettik. Tecrübelerimiz bize aşılması gereken en büyük sorunumuzun karar almak değil alınan kararların uygulanması olduğunu gösteriyor. Fiiliyata dökülmeyen her karar, aslında yok hükmündedir. Biz, Türkiye ve devletimizin kurumları olarak böyle bir yanlışa düşmemeye özen gösteriyoruz. Aldığımız kararların her platformda icraata dönüşmesi için aşama aşama takibini yapıyoruz.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Şura’da alınan kararların gelecek dönemde hayata geçirileceğine olan inancını da dile getirerek, “Bu konuda Diyanet İşleri Başkanlığımızdan tüm devlet kurumlarına da örnek olacak bir süreç yönetimi bekliyorum. Özellikle bununla ilgili oluşturulacak bir heyet, bu 37 maddenin gerçekten kronolojik olarak takibini yapmalı ve uygulama ne durumda, gerçekten uygulamaya dikkat ediliyor mu, hassasiyetle bu takip ediliyor mu, bunun adım adım takibini yapalım.” ifadelerini kullandı.
‘Dini, hayattan tecrit eden dogmatik bir anlayışa itibar etmeyeceğiz’
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 5 yılda bir düzenlenen şuranın, çağın meselelerine İslami ve insanı bakış açısıyla çözümler sunmayı hedeflediğini söyledi.
6’inci Din Şurası’nın, “Sosyo-Kültürel Değişim ve Diyanet Hizmetleri” gündemiyle toplanmasının son derece isabetli olduğunu ifade eden Erdoğan, İslam inancında dinin sadece belli mekanlara, haftanın belli günlerine hasredilmiş bir olgu olmadığını belirtti.
İslam dininin hayatın tüm alanlarını kuşatan, kucaklayan, kurallar ve yasaklar manzumesi olduğuna işaret eden Erdoğan, ticaretten beşeri münasebetlere, eğitim öğretimden evliliğe, temizlikten kılık kıyafete, yaşantının her safhasını düzenleyen bir dine inandıklarını dile getirdi.
“Müslüman olarak günün 24 saati, yılın 365 günü, ömrümüzün sonuna kadar Müslümanca yaşamakla emrolunduk.” diyen Erdoğan, Kuran-ı Kerim’in, inananlar için dünya ve ahiret sadetinin anahtarı, Hazreti Muhammed’in ise bekarlığı, gençliği, evliği, aile reisliği, dostuluğu, savaşçılığı ve idareciliği ile rehber olduğunu vurguladı.
Allah’ın “Hatemü’l-embiya’ olan Resul-ü Ekrem ile birlikte dini tamamladığına ve kemale erdirdiğine işaret eden Erdoğan, Allah’ın “Kur’an’ı biz indirdik, onu koruyacak olan da biziz.” buyurarak, kutsal kitabı muhafaza altına aldığına dikkati çekti.
İslam dininin ve Kuran-ı Kerim’in bu dini müjdesi gereğince kıyamete kadar, cari, baki ve mahfuz olduğunun altını çizen Erdoğan, şunları söyledi:
“Zaman ve şartlar değişse de İslam’ın nasları değişmeyecektir. Nerede ve hangi zamanda yaşarsak yaşayalım, kelime-i şehadet, namaz, oruç hac, zekat bizler için farzdır ve öyle kalacaktır. Faiz, yalan, zulüm, kibir, iftira, tecessüs, zan, hırsızlık, masumu öldürmek ise yasak olmaya devam edecektir. Hangi sebeple olursa olsun Kur’an’ın emirlerini yok saymak, hafife almak veya hükümsüz kılmak bir Müslümana yakışmaz. Dolayısıyla dinde ekleme çıkarma, yani bid’at olmaz. ‘Bana uymuyor, zamana uymuyor, hoşuma gitmiyor, aklım almıyor’ bahanesiyle kimse nasları inkar edemez. Çünkü bir Müslüman dinini hayatın şartlarına göre değil, hayatını inancının esaslarına göre uyarlamakla mükelleftir.
Şayet insan inandığı gibi yaşamazsa bir süre sonra yaşadığı gibi inanmaya başlar. Din kişinin hayatına nüfuz etmezse, kişi zamanla yapıp ettiklerini dinleştirme yanlışına düşer. Bunun için İslam bize göre değil, biz İslam’a göre hareket edeceğiz. Nefsimize ağır gelse de hayatımızın merkezine dönemin koşullarını değil, dinimizin hükümlerini yerleştireceğiz. Elbette bu süreçte aşırılığa, ifrata ve tefrite de kaçmayacağız. Özellikle dini, hayattan tecrit eden, belli kalıplara, şekillere, davranışlara hapseden dogmatik bir anlayışa itibar etmeyeceğiz.”
Erdoğan, dinin özüne sıkı sıkıya sahip çıkarak yüzlerini daima geleceğe döneceklerini ve hep ileri gideceklerini vurguladı.
İslam’ı çağlar üstü kılan hasletlerden birinin içtihada imkan vermesi olduğunu, içtihat kapısının açık olmasının dinin insanın önüne çıkacak her yeni soru, sorun ve meseleye cevap üretebilmesi anlamını taşıdığını dile getiren Erdoğan, şu değerlendirmede bulundu:
“İçtihat kapısının kapandığını iddia etmek din ile hayat arasındaki muhkem bağı da yaralayacaktır. Bilhassa din ile insanın irtibatını koparmaya yönelik girişimlerin arttığı bir dönemde bu konuda yeni bir tavır alınması gerekiyor. Akif’in ifadesiyle ‘asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı’ anlayışı işte bunu ifade etmektedir. İnsanlık olarak gönül ve zihin dünyamızı etkileyen, hayatımızın her alanını kuşatan büyük bir değişim sürecinden geçiyoruz. Ferdi tutum ve davranışlardan aile ilişkilerine, sosyal hayattan eğitime, üretimden tüketime, siyasetten ticarete hemen her alanda bu değişimin yansımalarını, kimi zaman da sancılarını görüyoruz. Modern insan, sahip olduğu onca teknolojiye, iletişim aracına, imkana, güce rağmen hiç olmadığı kadar yalnızdır. Aşkın ve mukaddes olan sosyal hayattan çekilirken insanı insan yapan kadim değerlerden itibarsız hale geliyor. İnsan, sadece kendi fıtratına değil, ailesinden çevresine, içinde yaşadığı toplumdan, dünyadaki diğer varlıklara kadar pek çok şeye yabancılaşıyor. Bencillik, modern bireyin hem kabusu hem de belirleyici karakteri haline dönüşüyor.”
Bireysellikle beraber, aile, dostluk, kardeşlik ve akrabalık bağının daha da zayıfladığına işaret eden Erdoğan, aynı apartmandakilerin bile birbirine yabancı olduğunun görüldüğünü dile getirdi.
Geçmişte mahallelerin komşu olduğunu ancak şimdi durumun böyle olmadığını anlatan Erdoğan, modern çağın hastalığı stresin yaygınlaştığını, yeni sıkıntı ve sosyal problemlerin türediğini, sosyal çözülmelerin de giderek hızlandığını anlattı.
“Tarih boyunca istismara konu edilmiş en kıymetli değerlerden biri de dindir”
Özellikle gençler arasında ekran bağımlığı gibi daha önce hiç duyulmamış yeni bağımlılıkların ortaya çıktığına dikkati çeken Recep Tayyip Erdoğan, şunları kaydetti:
“Artık apartman daireleri arasındaki ilişki değil, maalesef dijital sistemdeki akrabalık bağları gelişmeye başlamış durumda. Hakla batılı karıştıran amorf inanç sistemlerinin genç kuşaklar arasında rağbet görmesinden endişe ediliyor. İstikbalimizin teminatı olarak baktığımız evlatlarımız, çoğu Batı menşeli, batılı zihin ürünü sapkın akımlar karşısında ne yazık ki savunmasız kalıyor. Paylaşmanın yerini bencilliğin, dayanışmanın yerini yıkıcı rekabetin, diğerkamlığın yerini umursamazlığın, mahremin yerini teşhirciliğin, tevazunun yerini kibrin, merhametin yerini vicdansızlığın, evliliğin yerini gayrimeşru ilişkilerin aldığı zorlu, sıkıntılı, garip bir dönemin içindeyiz. Bu manzarayı hiçbirimizin bilhassa da sizler gibi sorumluluk sahiplerinin uzaktan seyretme lüksü yoktur.
Hepimizin bildiği gibi kainat boşluk kabul etmez. Hak ve hakikatın geri çekildiği alanı batıl hemen işgal eder. Sahih din anlayışı öğretilmezse sapkınlık zemin kazanır. Tarih boyunca istismara konu edilmiş en kıymetli değerlerden biri de hiç şüphesiz din ve dindarlık olmuştur. 15 Temmuz gecesi 251 insanımızı şehit eden FETÖ ile İslam dünyasını kana bulayan DEAŞ, Eş-Şebab, Boko Haram gibi terör örgütleri bunun en son örnekleridir. Bu örgütler, cihat, hilafet, dar-ül islam, şehadet gibi kavramları çarpıtarak genç dimağları ifsat etmişler, şer odaklarını ekmeğine yağ sürmüşlerdir. Bu bakımdan dinimizin o cihan şümul sabiteleri ile hayatın gerçekleri arasında, güçlü ve muhkem bir bağ kurulması önem arzediyor. Yaşanan hayatı, değişimi ve sosyal gerçeklikleri nazarı dikkate almayan bir din tasavvurunu etkisi de sınırlı olacaktır.”
‘Feto ve DEAŞ tecrübesi, her türlü din istismarına karşı samimi bir mücadele içinde olmamızı gerekli kılıyor’
Erdoğan, bugün sosyal hayatta yüzleşilen pek çok problemin arkasında İslam’ın doğru bilinmemesi ve doğru anlaşılmamasının bulunduğuna işaret ederek görevi bilim ve irşat olan Diyanet İşleri Başkanlığının zamanın ruhunu doğru okumak, anlamak ve doğru yönetmekle mükellef olduğunun altını çizdi.
Türkiye’de güçlü bir diyanet camiası bulunduğunu belirten Erdoğan, bugün 150 bini aşkın kadrosuyla diyanet camiasının her şeyden önce bu gücüyle mütenasip bir tebliğ görevini yerine getirmesi gerektiğini vurguladı.
Erdoğan, “Ülkemizin dört bir yanında mevcut olan diyanet camiamız bu görevi yerine getirmek suretiyle inşallah ülkemizdeki bu sapkın gidişleri de bizim merkeze alarak sıratı müstakim üzere inşallah gelişmeleri sağlamaya vesile olması lazım. Her kesimden insanımızın bilhassa gençlerimizin karşılaştığı sıkıntılara, buhranlara, zihnini kurcalayan sorulara Kur’an, sünnet ve siret ışığında cevaplar üretmek zorundadır.” diye konuştu.
Bunun yolunun ise içtihat müessesini yeniden ihya etmek olduğuna dikkati çeken Erdoğan, şöyle devam etti:
“Feto ve DEAŞ tecrübesi, her türlü din istismarına karşı samimi bir mücadele içinde olmamızı gerekli kılıyor. 15 Temmuz ihaneti sonrasında insanlarımız arasında oluşan teyakkuz halini iyi yönetmemiz gerekiyor. İçinde bulunduğumuz vasatı yeniden bir silkinme, toparlanma, sahih İslam anlayışıyla bağlarımızı güçlendirme vesilesine dönüştürmeliyiz.”
“Taifecilik fitnesidir”
Dinini sağlam kaynaklardan öğrenen bir müminin aklını ve idrakini bir başkasına kiralamayacağının, din istismarcısına fırsat vermeyeceğine işaret eden Erdoğan, şunları söyledi:
“Üzülerek belirtmek isterim ki şu an İslam dünyasını tehdit eden en önemli sıkıntılardan bir diğeri de taifecilik fitnesidir. Kişinin mezhebini dinleştirmesi diye tarif edeceğimiz bu fitne Suriye ve Irak’taki olayların da etkisiyle en yaygın dönemlerinden birini yaşıyor. Avrupa’nın 4 asır önce yaşadığı 30 yıl savaşlarına benzer bir kavga çok daha yıkıcı bir şekilde bugün yakın coğrafyamızda vuku buluyor. Irk, dil, mezhep, meşrep farklılıkları öne çıkartılarak Müslümanlar arasındaki fay hatları daha da keskinleştiriliyor.
Böylece aynı dine, aynı Peygambere, aynı mukaddes kitaba inanan, her gün 5 vakit aynı kıbleye yönelen kalpler arasına nifak tohumları ekiliyor. Şiilik veya Sünnilik amel ve itikata dair farklı yorumlar olmanın ötesinde belli çevreler tarafından adeta ayrı bir din gibi yansıtılmaya çalışılıyor. Batı’da pişirilen son dönemde ülkemize ihraç edilmeye çalışılan ‘Ali’siz’ Alevilik gibi kimi yıkıcı projelerin toplumumuz içinde pohpohlanmasının gerisinde yine bu senaryolar var. Açık ve net söylüyorum Alman devleti Ali’siz Alevilik’e çok ciddi bedeller ödemek suretiyle İslam dünyasında, özellikle de ülkemizde bir bölünmenin tohumlarını ekmek istiyor. Oysa bizim milletimiz Hulefa-i Raşid’in arasında asla bir ayrım yapmaz.”
“Uyanık olmalıyız”
Cumhurbaşkanı Erdoğan, kayınbiraderlerinin adının Hüseyin, Hasan ve Ali olduğunu ifade ederek, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Bunu şimdi acaba bu Şiilere sorsak kaç tanesi kayınbiraderlerinin adını böyle koymuş. Böyle bir ayrım bizde yok. Çünkü biz Hazreti Hüseyin’i de Hazreti Hasan’ı da Hazreti Ali Radıyallahu Anh Efendimizi de niye severiz? Çünkü bunlar sevgili Peygamberimizin en yakınlarıydı ve bundan dolayı da İslam için verdikleri mücadeleyi iyi biliriz. Bunun için de onları severiz. Bu millet Hazreti Ebubekir’i, Hazreti Ömer’i, Hazreti Osman’ı ne kadar seversek Aliyyül Mürteza Efendimizi de aynı şekilde sever, hürmet eder. Hazreti Ali Efendimizi başka şekilde göstermek ancak onun kutlu hayatından ve imanından nasibini almamış mahfillerin işidir.
İşte son günlerde bazı evlerin kapılarına bazı işaretler konuluyor. Niye? Ülkemizi bölmek, parçalamak için. Açık ve net söylüyorum, Türkiye’de bizim devlet olarak, yönetim olarak böyle bir problemimiz, böyle bir sorunumuz yoktur. Bu kapılara bu işaretleri koyanların üzerinde tüm güvenlik teşkilatlarımız özellikle çalışmaktadır ve bunlar yakalandığı zaman da hesabı sorulacaktır. Milli bünyemize mugayir bu tarz projelerle insanlarımızın arasına nifak tohumları ekilmesine rıza gösteremeyiz. İşte bunları geçmişte Çorum’da yaşadık, Maraş’ta yaşadık. Onlarca evladımızı bu provokasyonlara kurban vermiş bir millet olarak bu tarz girişimlere karşı hepimiz uyanık olmalıyız. Diyanet İşleri Başkanlığımızın son dönemde alevi vatandaşlarımızla ilgili attığı kucaklayıcı atılımları yakından takip ediyorum.”
‘Pensilvanya’daki olay bir projedir’
Erdoğan, 82 milyonun Cumhurbaşkanı olarak birlik, beraberlik ve kardeşliği perçinleyecek çalışmaları gönülden desteklediğini belirtti.
“Artık, ‘kapımıza gelene dini anlatalım’ anlayışı yerine, ‘yüce dinimizi anlatmak için her kapıyı çalalım’ dönemi başlıyor.” ifadesini kullanan Erdoğan, bu süreçte herkesin üzerine düşeni yapması gerektiğini vurguladı.
Erdoğan, “Siz yaralı gönüllere dokunmaz, onları tamir etmezseniz başkaları zehirli oklarıyla o kalpleri parçalayacaktır. Görevini samimiyetle yapan hocaların dolduramadığı boşluğu muhakkak Pensilvanya’daki şarlatan gibi din tüccarları kapatacaktır. İnsanlar, bilhassa gençler dini alandaki susuzluklarını sahih kaynaklardan gideremezse FETÖ ve DEAŞ gibi sapkınların pençesine düşecektir.” dedi.
Yaklaşık 10-15 yıl öncesine kıyasla bugün birçok şeyi hayata geçirebilecek imkanların olduğunu dile getiren Erdoğan, şunları söyledi:
“Pensilvanya’daki olayı sıradan değerlendirmeyin. Pensilvanya’daki olay bir projedir. Bu proje, Türkiye üzerinde oynanan bir oyunun alametifarikasıdır. Defaatle söylememize rağmen, kolilerce dosyaları, mahkeme kararlarını kendilerine vermemize rağmen Amerika yönetimi hala bu adamı vermiyorsa bunun arkasında nelerin olduğunu herhalde benim milletimin, akli selim insanların düşünmesi lazım. Her şey çok açık net ortada. Sadece ‘charter school’lardan FETÖ okullarına Amerika’da 750 milyon dolar yılda para ödeniyor, Amerikan hazinesinden. Bu bize bir şey anlatmıyor mu? Bize bir şeyler anlatması lazım. Bunları süratle, defaatle, her zaman söylememize rağmen hala kendimize gelmiyoruz.
Türkiye artık 1940’ların, 1970’lerin, 12 Eylül’lerin, üzerimize karabasan gibi çöken 28 Şubat’ların Türkiye’si değildir. Tek parti yıllarında olduğu gibi İslam’ı gerilik emaresi olarak gören faşist zihniyet ülkemizde tarihe karışmıştır. Ezan sesine hasret kaldığımız karanlık dönemler inşallah bir daha geri gelmemek üzere kapanmıştır. ‘Gerici, yobaz, takunyalı’ diyerek insanımızın inancı ile kavga edenler son 17 senedir hep olduğu gibi kaybetmeye mahkumdur. Hiçbir güç insanımızı ruh kökünden, inancından, kadim değerlerinden koparamayacaktır. Bu millet ne pahasına olursa olsun bir daha asla 27 Mayıs’ların, 28 Şubat’ların, 15 Temmuz’ların yaşanmasına izin vermeyecektir.”
“Sizden beklentimiz omuzlarınızdaki yükün hakkını vermenizdir”
Bugün din eğitimini teşvik eden, yaygınlaştıran ve önünü açan bir anlayışın iş başında olduğunu vurgulayan Erdoğan, insanların dinini, tarihini, kültürünü öğrenmesi için gereken her türlü çabayı gösterdiklerini söyledi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, şunları kaydetti:
“Kur’an-ı Kerim, Siyeri Nebi dersleri, 4-6 yaşındaki çocuklara yönelik Kuran kursları sizlere çok önemli imkanlar sunuyor. Hamd olsun artık vatandaşımız istediği gün ve saatte Kur’an-ı Kerim eğitim ve öğretimi alabiliyor. Bir dönem öğrenci sayısı 60 binlere kadar düşen imam hatip okullarına rağbet günden güne artıyor. Şu anda 1 milyon 300 bin imam hatip öğrencisi var. Din ve irşat görevini ifa noktasında Diyanet camiamızın önünde hiçbir engel, hiçbir kısıtlama bulunmuyor. Hiç şüphesiz bu müspet ortam sizlerin mesuliyetini daha da ağırlaştırıyor. Bizim sizden beklentimiz omuzlarınızdaki yükün hakkını vermenizdir. Bunun için her din görevlimizin sıradan bir memur gibi değil Rasulü Ekrem Efendimizin o veciz ifadesiyle ‘peygamberlerin varisleri’ gibi hareket etmeniz gerekiyor. Sizden nebevi metodla Kuranı satırdan sadıra indirmenizi, yani gönüllere ve zihinlere nakşetmenizi bekliyoruz.”
Hocalardan sadece Türkiye sınırları içerisinde değil yurt dışında da bu hassasiyetle gayret göstermesini isteyen Erdoğan, “İslam düşmanlığının ve neonazi terörünün adeta veba gibi yayıldığı bir ortamda, gurbette yaşayan insanımızı sahipsiz bırakamayız. Bu kardeşlerimizi ılımlı İslam gibi emperyalist projelerin pençesine terk edemeyiz. Bizler nasıl ailemizden, komşularımızdan, camilerimizdeki cemaatimizden mesul isek, yurt dışındaki insanımızdan da sorumluyuz. Din hizmetinin bu kadar istikrarlı, bu kadar yaygın bir şekilde verildiği bir başka ülke dünyada neredeyse yok. Bu açıdan Diyanet modeli diğer İslam ülkeleri için de güzel bir örnektir.” ifadesini kullandı.
Diyanet modelinin tanıtımı için dünyadaki Müslüman alimlerle birlikte çalışılmasını tavsiye eden Erdoğan, Şura’da alınan kararların İslam dünyasıyla paylaşılmasında fayda gördüğünü vurguladı.
Şura’nın ve alınan kararların hayırlı olmasını dileyen Erdoğan, “İstanbul’un ilim merkezi haline gelmesi ve İslam’la ilgili referans alınacak bir uluslararası İslam Üniversitesinin kurulmasını önemsiyorum.” dedi.
Notlar
Program, Mushafları İnceleme ve Kıraat Kurulu Başkanı Hafız Osman Şahin’in Kur’an-ı Kerim tilavetiyle başladı.
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş da bir konuşma yaparak Şura kararlarını açıkladı.
Konuşmaların ardından Erbaş, Erdoğan’a üzerinde Kur’an-ı Kerim’den bir ayetin bulunduğu tablo hediye etti.
Programa, Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu Üyesi Bülent Arınç, AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hayati Yazıcı ve bazı milletvekilleri ile eski Diyanet İşleri Başkanları Ali Bardakoğlu, Lütfi Doğan, Mehmet Nuri Yılmaz, Süleyman Ateş, Tayyar Altıkulaç ile Diyanet İşleri Başkan Yardımcıları Burhan İşliyen, Huriye Martı, Ramazan Muslu ve Osman Tıraşçı da katıldı.