Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: “Hiçbir terör örgütünün varlığına müsaade edilmeyecektir”
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: “Fırat’ın doğusu dâhil Suriye sınırımızda hiçbir terör örgütünün varlığına müsaade edilmeyecektir”
Cumhurbaşkanlığı Kabinesi Toplantısı’na ilişkin açıklamalarda bulunan Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın, Fırat’ın doğusunda Türkiye’ye dönük herhangi bir terör yapılanmasına hiçbir zaman müsaade edilmeyeceğini vurgulayarak, “Buradaki terör unsurlarına kimin destek verdiği, kimin iş birliği yaptığı, hangi gerekçeyle onlarla birlikte hareket ettiği konusu bizi bağlamaz. Burada öncelikli konu, bizim millî çıkarlarımız çerçevesi ulusal güvenliğimizi sağlamaktır” dedi.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Cumhurbaşkanlığı Kabinesi Toplantısı’na ilişkin bir basın toplantısı düzenledi. Toplantıda ele alınan konular ve gündemdeki gelişmelere dair açıklamalarda bulunan Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın, basın mensuplarının sorularını da cevapladı.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın, kamuoyu ile canlı olarak da paylaşılan toplantıda şunları söyledi:
“Cumhurbaşkanlığı Kabinesi Toplantısı’nda öncelikle Sayın Cumhurbaşkanımız takdim konuşmalarında 100 günlük icraat programının uygulanmasıyla ilgili bilgi paylaşımında bulundu. Bildiğiniz gibi bu ayın ortalarına doğru bu 100 günlük eylem planının ilk kısmını tamamlamış olacağız, ardından da ikinci 100 günlük icraat programımız gene bu ayın ortalarına doğru kamuoyuyla paylaşılacak. Yapılan değerlendirmeler çerçevesinde geçen basın toplantısında da ifade ettiğim gibi belirlenen hedefler şu anda büyük oranda yakalanmış durumda. Özellikle Cumhurbaşkanımızın konuya olan ilgisinin kamuoyu tarafından bilindiğini zaten hepimiz paylaşıyoruz, biliyoruz, ama bu konuya büyük önem verdiğini bir kez daha ifade etmek isterim.
Tabi gündemde önemli başlıklar olarak terörle mücadele konusu yine etraflı bir şekilde ele alındı. İçişleri, Dışişleri Bakanlıklarımız tarafından iç ve dış güvenlikle ilgili sunumlar yapıldı, ayrıca Millî İstihbarat Teşkilatı Başkanlığımız tarafından da gene iç, dış güvenlik, Suriye, Irak, PKK, FETÖ ve diğer terör örgütleriyle mücadele konusunda MİT Başkanımız tarafından da kapsamlı bir sunum yapıldı.
Bir diğer ele alınan konu; Amerika Birleşik Devletleri’nde dün tamamlanan kongre seçimleriydi, bununla ilgili de kısa bir değerlendirme yapıldı.
Fırat’ın doğusu konusu gene etraflı bir şekilde ele alındı bu başlıklarla ilgili birkaç şey daha söyleyeceğim birazdan. İdlib mutabakatı konusu burada 27 Ekim’de yapılan dörtlü zirveden sonra gelinen son nokta sahadaki uygulamalar da gene bugünkü kabine toplantısında ele alındı.
Bir önemli konu; tabi İran’a yönelik Amerika Birleşik Devletleri’nin yaptırımlarıyla ilgili. Bu konuda hem Dışişleri Bakanlığımızın hem Enerji Bakanlığımızın da birer sunumu oldu. Burada özellikle Türkiye’nin İran’la yaptığı ticareti, petrol ve petrol ürünleriyle ilgili ticareti, ayrıca diğer ikili ticari konuları nasıl etkileyeceği konusu gene detaylı bir şekilde ele alındı. Son olarak da ekonomideki iyileşmeyle ilgili bir genel değerlendirme yapıldı.
“BİZİM İÇİN TERÖR ÖRGÜTLERİ ARASINDA AYRIM YOKTUR”
Şimdi terörle mücadele konusuyla başlayacak olursak, öncelikle şunun altını çizmek istiyorum; içeriden veya dışarıdan nereden gelirse gelsin terör tehdidine karşı Türkiye Cumhuriyeti Devleti bütün kurumlarıyla tam bir kararlılık içerisinde mücadeleye bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da devam edecektir. Bizim için terör örgütleri arasında iyi terör örgütü, kötü terör örgütü diye bir ayırım söz konusu değildir. Dolayısıyla, PKK, onun Suriye kolu olan PYD, YPG, FETÖ, DHKP-C, DEAŞ, El-Kaide ve benzeri bütün terör örgütlerine karşı ilgili birimlerimiz tam bir eşgüdüm içerisinde bu mücadeleyi bundan sonra da kararlı bir şekilde sürdürecekler. Özellikle son dönemde Suriye’de yaşanan bazı gelişmeler çerçevesinde bildiğiniz gibi silahlı kuvvetlerimiz Suruç bölgesinde Ayn el Arap bölgesinde birtakım sınır bizim sınırımızdan karşı tarafa operasyonlar gerçekleştirdiler, top atışları yaptılar. Geçen hafta bu konu epey bir gündem de oldu. Şöyle bir algının yaratılmaya çalışıldığını görüyoruz; Güneyde Deyrizor bölgesinde Hacin civarında DEAŞ’la mücadele edilirken Türkiye’nin PYD, YPG, yani PKK hedeflerine yönelik saldırıları bu mücadeleyi zayıflatmaktadır gibi bir argümanın tedavüle sokulduğunu görüyoruz. Burada şunun altını özellikle çizmek isteriz: Bizim kendi ulusal güvenliğimize dönük aldığımız bu tedbirlerle DEAŞ’a karşı verilen mücadelenin sürekliliğiyle ilgili herhangi bir illiyet ilişkisi kurmak öncelikle gündemi saptırmak olur. Yani kast ettiğim şu; orada devam eden mücadele Türkiye’nin de DEAŞ’a karşı mücadele bağlamında desteklediği bir mücadeledir. Problem bu mücadeleyi uluslararası koalisyonun yanlış ortaklarla, yani PYD, YPG unsurlarıyla yapıyor olmasıdır.
“PYD VE YPG’YE VERİLEN HER DESTEK, PKK TERÖR ÖRGÜTÜNE VERİLMİŞ DESTEKTİR”
Bir diğer konu da bizim sınırda aldığımız tedbirler, güvenlik tedbirleri kendi sınırımızı korumaya dönük tedbirlerdir. Deyrizor bölgesi ise birkaç yüz kilometre aşağıda, güneyde gerçekleşen bir operasyonla ilgilidir. Dolayısıyla, Türkiye’nin PYD, YPG, yani PKK hedeflerine dönük aldığı tedbirler DEAŞ’la mücadeleyi zayıflatıyor argümanını kabul etmemiz hiçbir şekilde mümkün değildir. Tam tersine bu örgüte destek veren, bu örgütle iş birliği yapan ülkelerin kendilerini terörle mücadele noktasında nerede oldukları konusunda bir muhasebeye çekmeleri gerekiyor. Çünkü PYD ve YPG’ye verilen her destek doğrudan ya da dolaylı olarak PKK terör örgütüne verilmiş bir destektir. Bu, Fırat’ın doğusu için de böyledir, İdlip bölgesi için de böyledir, Afrin bölgesi için de böyledir, Cerablus bölgesi için de Irak bölgesi için de Kandil için de Mahmur için de nerede olursa olsun. Bizim ilkemiz bu konuda son derece nettir, terörle mücadele bu anlamda dediğim gibi kapsamlı bir şekilde yurt içinde ve yurt dışında operasyonlarla bundan sonra da devam edecektir.
“TÜRKİYE, DEAŞ’LA MÜCADELEDE EN ÖN SAFLARDA YER ALMIŞ BİR ÜLKEDİR”
Birkaç yıl önce hatırlarsanız Türkiye’nin DEAŞ’la mücadelede yer almadığı, katkı sunmadığı, hatta dolaylı olarak DEAŞ’a destek verdiği, petrol aldığı gibi aslı-astarı olmayan, tamamen algı operasyonlarına dayalı birtakım propagandaların yapıldığına şahit olduk. Bunların hiçbirisi maddi delillerle temellendirilmedi, ama bir algı operasyonu olarak tedavüle sokuldu. Şimdi bu daha küçük çaplı, daha düşük yoğunluklu denenmeye çalışan şey de aslında bundan çok farklı değil. Türkiye, DEAŞ’la mücadelede en ön saflarda yer almış bir ülkedir, uluslararası koalisyonun bir ortağı olarak da yer almıştır, aynı zamanda kendisinin Cerablus, El Bab bölgesinde yaptığı operasyonlarla da DEAŞ’la mücadelede en ön saflarda yer almış bir ülkedir. Bununla ilgili kamuoyunun zihninde bir şüphe, şaibe uyandırmaya dönük faaliyetleri şiddetle reddettiğimizi burada bir kez daha ifade etmek istiyorum ki geçtiğimiz günlerde de biliyorsunuz DEAŞ’a dönük hem Türkiye sınırları içerisinde, hem Türkiye sınırları dışında güvenlik birimlerimiz bir dizi operasyon gerçekleştirdiler, bu konuda en ufak bir taviz vermemiz zaten söz konusu değil.
“FETÖ’YE KARŞI YÜRÜTTÜĞÜMÜZ KAPSAMLI MÜCADELEDEN TAVİZ VERMEMİZ SÖZ KONUSU DEĞİL”
Aynı şekilde FETÖ terör örgütüne karşı da yürüttüğümüz kapsamlı mücadele bütün dünya sathında devam etmektedir, bu konuda da en ufak bir taviz vermemiz söz konusu değildir. Buradan özellikle FETÖ’ye şöyle veya böyle, şu veya bu gerekçeyle kol-kanat geren, onlara alan açan, faaliyetlerini görmezlikten gelen ülkelere çağrımız da, bu terör örgütüne karşı net bir tavır almalarıdır.
Ama şunu da memnuniyetle ifade etmek isterim: FETÖ’yle mücadele noktasında uluslararası arenada önemli mesafeler de almış bulunuyoruz. Örneğin 15 Temmuz hain darbe girişiminde sonra FETÖ okullarının kapatıldığı ülke sayısı 21’e ulaştı. Bu, Türk diplomasisi açısından da son derece büyük bir başarıdır. Burada Sayın Cumhurbaşkanımızın son derece kararlı tutumunun belirleyici aktör olduğunu da ifade etmek isterim.
Yine bu çerçevede Türkiye Maarif Vakfı onlarca FETÖ iltisaklı ya da FETÖ’nün doğrudan yönettiği okulları devralmış ve burada eğitim faaliyetlerine başlamıştır. Biz bu ülkelerle yaptığımız görüşmelerde de, buralarda bu FETÖ okullarında okuyan öğrencilerin mağdur edilmemesi, ailelerin herhangi bir sıkıntı içinde olmamaları, tereddüt içinde olmamaları için de gerekli adımları atacağımızı ifade etmiştik, hamdolsun bu çalışma da başarılı bir şekilde yürümektedir. Bundan sonra da FETÖ terör örgütüne karşı dünyanın her yerinde, Avrupa’sından Balkanlar’ına, Amerika’sından Afrika’sına, Asya’sına, Latin Amerika’sına kadar bu mücadelemiz kararlı bir şekilde devam edecektir, bundan hiç kimsenin en ufak bir şüphesi olmasın.
“İDLİB MUTABAKATININ KALICI BİR ATEŞKES HÂLİNE GETİRİLMESİ İÇİN TÜM KURUMLARIMIZ ÇALIŞIYOR”
İdlip mutabakatıyla ilgili 27 Ekim’de İstanbul’da Sayın Cumhurbaşkanımızın ev sahipliğinde yapılan Dörtlü Zirve’nin sonuçları da memnuniyet vericidir. Sahada tabi ki dinamik, akışkan bir süreç var, ama Türkiye burada üzerine düşen uluslararası sorumluluğu yerine başarılı bir şekilde getirmeye devam etmektedir.
Zaten o zirvenin biliyorsunuz iki önemli sonucu vardı diğer maddelerin yanında.
Birincisi; İdlib mutabakatının kalıcı bir ateşkes hâline getirilmesi.
İkincisi de anayasa komisyonun bir an önce kurulması. Bununla ilgili de Birleşmiş Milletler Özel Temsilcisi’ne verilen bir yetki var, o çerçevede bunun hayata geçirilmesi.
Özellikle İdlib mutabakatıyla ilgili sahada ilgili bütün birimlerimiz, Millî İstihbarat Teşkilatımız, Silahlı Kuvvetlerimiz, Dışişlerimiz yoğun bir çalışma sürdürüyorlar ve böylece 3,5 milyon insanın orada herhangi bir tahrike, taarruza, saldırıya maruz kalmadan güven içinde yaşamalarını sağlayacak ortamı temin etmiş bulunuyorlar.
“FIRAT’IN DOĞUSU İLE İLGİLİ GEREKLİ ADIMLAR ATILMAZSA, BİZ GEREKLİ ADIMLARI ATARIZ”
Fırat’ın doğusu konusuna gelince, daha önce de ifade ettiğimiz gibi, burada Türkiye’ye dönük herhangi bir terör yapılanmasına hiçbir zaman müsaade etmeyeceğiz. Buradaki terör unsurlarına kimin destek verdiği, kimin iş birliği yaptığı, hangi gerekçeyle onlarla birlikte hareket ettiği konusu bizi bağlamaz. Burada öncelikli konu, bizim millî çıkarlarımız çerçevesi ulusal güvenliğimizi sağlamaktır. Ve burada da Sayın Cumhurbaşkanımızın da ifade ettiği gibi eğer ortaklarımız bu konuda bir adım atmazsa biz gerekli adımları her zaman da atmaya hazırız.
Bu çerçevede Münbiç yol haritasının gecikmeli de olsa hayata geçirilmiş olması tabi ki memnuniyet vericidir, ama iş birliği istediğimiz düzeyde midir? Henüz değil, henüz daha atılması gereken adımlar var. Bizim tabi ki temel beklentimiz, NATO’ta müttefik olduğumuz, stratejik ortak olarak tavsif ettiğimiz Amerika Birleşik Devletleri’nin bir terör örgütünün Suriye olan YPG ve YPG’yle angajmanını tamamen sonlandırmasıdır. PYD, YPG alternatifsiz değildir, geçtiğimiz 3-4 yıl içerisinde bunu defalarca gördük. Başka meşru unsurlarla, Suriyeli unsurlarla DEAŞ’a karşı, terörün diğer unsurlarına karşı mücadele verilebilir ve bunu yaparken de Türkiye gibi bir komşu ülkenin, müttefik ülkenin ulusal çıkarlarını tehlikeye atmadan, riske atmadan bunu gerçekleştirmek elbette mümkündür ki dediğim gibi biz bunu Fırat Kalkanı Harekâtı’yla, Zeytin Dalı Harekâtı’yla aslında birçok defa ispat ettik. Dolayısıyla bu vetireden hareketle, bundan sonraki terörle mücadeleyi Suriye sahsında Türkiye kararlı bir şekilde yürütmeye de devam edecektir.
İRAN’A YAPTIRIMLAR
İran’a yaptırım konusu da gene bugün detaylı bir şekilde ele alındı. İfade ettiğim gibi hem Dışişleri Bakanlığımız, hem Enerji Bakanlığımız bu konuda kapsamlı sunumlar yaptılar. Konu biliyorsunuz çok yeni, yani 5 Kasım itibarıyla bu yaptırımlar açıklandı. Türkiye muaf edilen ya da muaf tutulan, istisna edilen 8 ülkeden bir tanesi. 6 aylık bir süre içerisinde müzakereler devam edecek, ilgili birimlerimiz muhataplarıyla bu konuyu görüşmeye devam ediyorlar.
İran bizim önemli bir komşumuz, önemli bir ticaret ortağımız. Geçen yıl İran’la ticaret hacmimiz 10 milyar doların üzerindeydi, bunun önemli bir kısmını enerji kalemi oluşturmaktadır. Dolayısıyla Türkiye’nin enerji ihtiyaçları çerçevesinde biz gene ulusal çıkarlarımızı esas alan bir yaklaşım içerisinde bu müzakereleri sürdüreceğiz ve Türk ekonomisinin, enerji sektörünün etkilenmemesi için gereli bütün adımları da atacağız. Ama dediğim gibi, bu 6 aylık süre içerisinde muafiyet verilen ülkelerin İran’la petrol ticareti ve diğer alanlardaki ticari faaliyetleri tam olarak nasıl tanımlanacak, şekillenecek, bununla ilgili müzakereler de devam ediyor, detaylar netleştikçe bunları sizinle de paylaşacağız.
Ben ana başlıklar hâlinde bu konuları sizlerle paylaşmış olayım, sorularınıza geçebiliriz.”
“PYD VE YPG’Yİ PKK’DAN AYRI BİR ÖRGÜT GİBİ TANIMLAMAYA ÇALIŞMAK BEYHUDE ÇABADIR”
Soru: “Efendim, terörle mücadele konuştuk dediniz. Amerika Birleşik Devletleri’nden bu kapsamda PKK’nın elebaşlarının başlarına ödül konuldu, üç terör örgütü elebaşına. Ama diğer taraftan da akşam saatlerinde gelen bir açıklama var, Suriye Özel Temsilcisi tarafından PYD, YPG’nin terör örgütü olarak görülmediğine dair. Türkiye’yle bu noktada belki bir görüş ayrılığı var, bu her defasında da dile getiriliyor zaten. Bu kapsamda Sayın Cumhurbaşkanı’nın hafta sonu Donald Trump’la yapacağı görüşmede bu başlık da şüphesiz gündeme gelir. Amerika Birleşik Devletleri’nden gelen bu açıklamaları nasıl değerlendiriyorsunuz?”
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: “Şimdi öncelikle şunu söyleyeyim; Amerika Birleşik Devletleri’nin terör örgütünün üç mensubu, üç elebaşıyla ilgili böyle bir ödül vermesi çok geç kalmış bir adımdır, olumlu olmakla beraber çok gecikmiş bir adımdır, onu ifade edeyim. Çünkü Amerika Birleşik Devletleri PKK terör örgütünün 1997 yılında terör örgütü olarak tanımıştı, bu insanlar yeni terörist olmadılar, bunlar PKK’nın içinde, üst düzey yönetiminde yıllardır bulunan kişiler. Biz bunlarla mücadele ederken maalesef ne Amerika Birleşik Devletleri’nden ne diğer Avrupalı müttefiklerimizden arzu ettiğimiz düzeyde sonuç alıcı bir iş birliğini şu ana kadar görmedik. Bu adımın atılması elbette pozitif bir unsur olarak not edilmelidir. Ama burada eğer şöyle bir beklenti varsa; ‘Bakın biz işte PKK’nın üç üst düzey yöneticisine para ödülü koyduk, dolayısıyla bu PKK’yla mücadelede bizim sizin yanınızda olduğumuzu gösteriyor. Ama eşzamanlı olarak PYD, YPG konusunda da siz tutumunuzu yumuşatın’ gibi bir beklenti söz konusu ise, bunun bir karşılığının olmadığını açıkça ifade etmek isterim.
Dolayısıyla Amerikalı yetkilinin açıklamasıyla ilgili olarak da bağlantı kuracak olursak, zaten buradaki temel problem Amerika Birleşik Devletleri’nin PYD ve YPG’yi bir terör örgütü olarak tanımlamamasından kaynaklanıyor. Şimdi daha bir yıl öncesine kadar kendilerinin bütün istihbarat raporlarında, bütün stratejik raporlarında ki bunlar yakın bir zamana kadar web sitelerinde vardı, PKK’nın Suriye kolu olarak tanımladıkları PYD ve YPG’yi şimdi meşru, terörle ilgisi olmayan, PKK’dan ayrı bir örgüt gibi tanımlamaya çalışmaları bize sorarsanız beyhude bir çabadır. Bununla bizi asla ikna edemezler, aslında kendileri de bundan çok ikna olmuş değiller, ama bir taktik hareket olarak, belki bir manevra olarak bu ayrımı yapmaya çalıştıklarını ifade ediyorlar. Açıkçası bizim açımızdan bunun hiçbir geçerliliği söz konusu değil. PYD ve YPG’nin PKK’nın Suriye kolu olduğunu herkes biliyor. PYD-YPG yapılanmasının Suriye sahasında bütün önemli talimatlarını Kandil’den aldığını, PKK elebaşlarından aldığını, yani o başına ödül çıkarttıkları kişilerden aldıklarını herkes biliyor, bunu istihbarat toplulukları da biliyor, siyasi analistler de biliyor, resmî yetkililer de biliyor.
“BEKLENTİMİZ; TERÖRÜN HER TÜRÜNE KARŞI MÜCADELEDE MÜTTEFİKLERİMİZİN YANIMIZDA YER ALMASI”
Yani dolayısıyla burada, biraz amiyane tabirle, böyle birbirimizi kandırmaya dönük bir oyunun içinde olmayı biz Amerika Birleşik Devletleri gibi bir ülkeye yakıştıramıyoruz. Bunun dediğim gibi bizim açımızdan kabul edilebilir ikna edici bir tarafı da söz konusu değil. PYD, YPG konusunda Türkiye tavrını çok net bir şekilde ortaya koymuştur, bunda da herhangi bir değişiklik söz konusu olmayacaktır. Bizim beklentimiz, terörün her türüne karşı mücadelede müttefiklerimizin kelimenin tam manasıyla yanımızda yer almasıdır. Yani bunu birtakım taktik manevralarla zamana yayarak, birtakım el çabukluklarıyla ötelemek yahut gündemi başka taraflara çekmeye çalışmak netice vermeyecektir. Dolayısıyla çok gecikmiş bir adımdır, ama dediğim gibi asıl meselenin özüne ilişkin bizim beklentilerimiz hâlâ bakidir.
“TÜRKÇE EZAN MESELESİ TARTIŞILMIŞ VE BİR KENARA KONMUŞ BİR MESELEDİR”
Soru: “Efendim, benim sorum iç siyasete ilişkin olacak. Uzun yıllar sonra yeniden Türkçe ezan tartışmaları gündeme geldi. Son olarak da Cumhuriyet Halk Partisi Milletvekili Öztürk Yılmaz’ın bu konuda bir açıklaması oldu, ezanın Türkçe okunması gerektiğini savundu. Buna ilişkin değerlendirmeniz ne olacak efendim? Kamuoyundan da malum tepkiler geliyor.”
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: “Yani eğer CHP’li yetkililer partilerinin adında geçtiği gibi bir cumhuriyet ve halk partisi iseler burada kamuoyunun verdiği tepkiye herhâlde bigâne kalmamalıdırlar. Türkçe ezan meselesi bu ülkede tartışılmış, yıllarca derin yaralar açmış ve milletin iradesiyle, hem milletin zihninde, hem gönlünde, hem de kanunlarında çözülmüş, bir kenara konmuş bir meseledir. Bu konuyu gündeme getirmek, birilerinin hâlâ tek parti dönemi özlemi içerisinde olduğunu ifade eder, bundan daha öte bir anlamı olmaz. Ezan-ı Muhammedi Müslümanların evrensel ezanıdır, evrensel dilidir. Dünyanın neresine giderseniz gidin, Afrika’sından Asya’sına, Amerika’sından Ortadoğu’suna, Kuzey Afrika’sından Balkanlar’ına, Ezan-ı Muhammedi bilindiği şekliyle Arapça olarak Hazreti Peygamber Efendimizden tevarüs edildiği şekilde, Bilal-i Habeşi Hazretleri’nin okuduğu şekilde 1400 küsur yıldır okunmaktadır. Bunu değiştirmeye dönük adımların ne kamuoyunun vicdanında bir karşılık bulacağı, ne sosyolojik, ne de dini açıdan bir meşruiyetinin olmayacağı açık seçik ortadadır. Dönüp dönüp bu konuyu tekrar gündeme getirmeleri, maalesef birtakım tek parti nostaljilerini hâlâ zihinlerinden atamadıklarını göstermektedir.
Bununla ne murat ediyorlar? İnsanlarımız ezanı anlasınlar gibi bir niyetle eğer bunu yapıyorlarsa, burada da halkımızın adeta zekâsıyla dalga geçen, ona hakaret eden bir tutum içerisinde olduklarını ifade etmek durumundayız. Çünkü Ezan-ı Muhammedi’yi duyan, dinleyen, onu dinleyip camiye giden veya gitmeyen, namaza duran veya durmayan herkes Ezan-ı Muhammedi’nin lafızlarının ne manaya geldiğini bilir. Dolayısıyla bu tartışmayı dönüp dönüp tekrar gündeme getirmek, sadece kamuoyunun tepkisini çekmekten başka bir işe yaramaz. Zaten bu konuda Cumhuriyet Halk Partisi’nin bazı yetkilileri dışında bu konuyu gündeme getiren de pek yok. Geçmişte dediğim gibi bunun toplumumuzda açtığı yaraları düşündüğünüz zaman, bunları tekrar tekrar kaşıyıp gündeme getirmek, sadece bu milletin hafızasına bir saygısızlık olur, kamuoyunda karşılığı olmayan beyhude bir tartışmayı başlatmak olur. Ama belki de bir açıdan onların zihin dünyalarında ne olduğunu görmek, onu ekspoze etmek, deşifre etmek açısından kamuoyunun da bunu herhâlde tekrar edeceğini ifade edebiliriz.”
“AK PARTİ BUGÜNE KADAR YOLSUZLUKLAR KONUSUNDA TAVİZSİZ BİR SİYASİ ÇİZGİ İZLEMİŞTİR”
Soru: “Efendim, son bir süredir Sayıştay’ın özellikle belediyelerle ilgili bazı raporları medyada yer alıyor, sizler de takip ediyorsunuz, usulsüzlük olduğu iddia edilen raporlar. Bunlarla ilgili hükûmet bir adım atacak mı, yorumunuz nedir?”
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: Yani bu konuda parti sözcümüze belki yönlendirmeniz daha isabetli olur parti ve belediyelerle ilgili olduğu için. Ama şunu ifade edeyim; bu Sayıştay raporlarında sadece AK Parti’li değil CHP’li, MHP’li ve diğer partilerin belediyeleri de var. AK Parti bugüne kadar yolsuzluklar konusunda tavizsiz bir siyasi çizgi izlemiştir, bu tavır değişmemiştir, bundan sonra da asla değişmeyecektir. Cumhurbaşkanımız bu konuda son derece net olmuştur, kendi teşkilatıyla ilgili, kendi belediyeleriyle ilgili, teşkilat mensuplarıyla ilgili bu konudaki net tavrı aynen devam etmektedir.”
“AK PARTİ’Yİ HDP İLE AYNI CÜMLE İÇERİSİNDE KULLANMAK BİLE SİYASİ SAFSATADIR”
Soru: “Efendim, benim de sorum iç siyasetle ilgili müsaade ederseniz. Sayın Cumhurbaşkanı’nın ‘Türküm, ama Türkçü değilim’ sözleri var, andımız tartışmaları üzerinden. Hem MHP’den, hem İYİ Parti’den eleştiriler geldi. Sayın Akşener’in şöyle bir cümlesi var, “AK Parti’yle HDP birlikte yol yürümeye başladı” bile ifadesini kullandı Sayın Akşener; ne dersiniz?”
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: “AK Parti’yi HDP ile aynı cümle içerisinde kullanmak bile siyasi bir safsatadır. Eğer Sayın Akşener bu konuda bir mugalata yapmak, bir safsata başlatmak istiyorsa, bu kendi bileceği bir şeydir. Ama AK Parti’nin, AK Parti kadrolarının, Genel Başkanı Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın bir terör örgütünün siyasi kolu gibi hareket eden bu yapı hakkındaki duruşu son derece nettir. Tersine, bu siyasi yapıyla bugüne kadar hangi partilerin ne tür ilişkiler içerisinde olduğunu kamuoyu da gayet iyi bilmektedir.
Cumhurbaşkanımız, ‘Türküm, ama Türkçü değilim’ derken son derece ilkesel bir pozisyon ortaya koymuştur. Yani; ‘Ben Türküm, Türklüğümle övünürüm, ama diğer etnik gruplara mensup olan insanlar da kendi etnik kimlikleriyle gurur duyabilirler.’ Bu bizi bir millet olma vasfından uzaklaştırmaz. Türk Milleti dediğimizde bütün bu unsurları, Türk’üyle, Kürt’üyle Arap’ıyla, Çerkez’iyle, hepsini kucaklayan bir milletten, millet vasfından bahsediyoruz, tarihî olan, hafızası olan, kültürel derinliği olan, coğrafi tasavvuru olan bir milletten bahsediyoruz. Bunu gölgeleyecek dar yaklaşımlar tabi ki bütün milleti olumsuz yönde etkiler. AK Parti kurulduğu ilk yıllardan beri bütün icraatlarında bu çizgiyi hep muhafaza etmiştir.
Buradan hareketle, işte ‘AK Parti’nin Türklükle bir sorunu var’ gibi birtakım çıkarımlar dediğim gibi biraz siyasi mugalata ve safsata kategorisine giriyor. Hele hele AK Parti’yi HDP’yle bir şekilde ilişkilendirmek, işte beraber yürüyorlar vesaire gibi, herhâlde bu ülkede hem PKK terör örgütüne, hem onun siyasi yapılanmalarına karşı en güçlü ve karalı mücadeleyi vermiş bir siyasi parti ve onun Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı sıfatıyla Cumhurbaşkanımızın bu konudaki tavrı çok açık, net bir şekilde ortadadır, bunun ötesinde kurulacak bir cümlenin gerçekten hakikatle uzaktan-yakından bir ilgisi yok.”
“GIDA FİYATLARIYLA İLGİLİ TEDBİRLER ALINIYOR”
Soru: “Efendim. Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın dün sosyal medya üzerinden bir açıklaması vardı, şu şekilde; ‘Gıda enflasyonuyla mücadelede önümüzdeki süreçte çok daha kararlı politikaları hayata geçireceğiz’ açıklamasını yapmıştı. Bu açıklama sonrasında gıda enflasyonunu düşürmek için bugün Kabine Toplantısı’nda bir konu gündeme geldi mi? Eğer geldiyse yeni politikalar nedir?”
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: “Bu konu spesifik olarak bugün gündeme gelmedi, çünkü ekonomiyle ilgili ayrı bir sunum söz konusu değildi. Fakat Hazine ve Maliye Bakanımızın işaret ettiği nokta özellikle gıda fiyatlarında son dönemdeki bu artışlarla ilgili çok önemli bir hususun altını çiziyor. Biliyorsunuz Bakanlığımız son dönemde bir dizi tedbir paketi açıkladı ve bunun olumlu sonuçlarını da hem piyasalarda, hem kamuoyunda görmeye başladık, yani vergilerin indirilmesi, döviz kurundaki iyileşme, ithalat-ihracat dengesindeki olumlu gelişme, istihdamdaki olumlu gelişme, bütün bunlar gıda fiyatları da dâhil olmak üzere enflasyonun düşürülmesine dönük adımlardır ve bu konuda güzel sonuçlar almaya başladık. Yine Sayın Bakanımızın da ifade ettiği gibi, Ağustos-Eylül aylarında yaşanan şişirilmiş bir kriz havası vardı, onu büyük oranda geride bırakmaya başladık, o yüzden Ekim verileri daha iyi geldi, Kasım ve Aralık verileri daha da iyi olacak. O çerçevede son kullanıcıya doğrudan dokunan gıda fiyatlarıyla ilgili de tabi ki birtakım tedbirler alınıyor, şu anda da alınıyor, Ticaret Bakanlığımız da bu konuda tedbirler alıyor. Zaten Sayın Cumhurbaşkanımız da birkaç defa ifade ettiler, özellikle et fiyatlarındaki mesela bu yapay şişme nereden kaynaklanıyor, bununla ilgili de tedbirler alınıyor. Dolayısıyla hem üretim, hem ithalat-ihracat, hem de regülasyon anlamında bu konuda vatandaşlarımızı rahatlatacak tedbirler bundan sonra da alınmaya devam edecek.”
“PARİS’TEKİ TOPLANTIYA DAVET EDİLMEMİZ, TÜRKİYE’NİN KÜRESEL DİPLOMASİDEKİ YERİNİN TEYİDİ AÇISINDAN ÖNEMLİ”
Soru: “Efendim, Sayın Cumhurbaşkanı hafta sonu Paris’te olacak. Liderlerle görüşme programı belli oldu mu, olduysa bizimle paylaşabilir misiniz?”
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: “Sayın Cumhurbaşkanımız 10-11 Kasım tarihlerinde Paris’te düzenlenen Birinci Dünya Savaşı’nı sona erdiren anlaşmanın 100. yılı münasebetiyle bir uluslararası toplantıya Fransa Devlet Başkanı Sayın Macron’un davetine icabeten katılacak. Bu programa 70 civarında hükûmet ve devlet başkanının katılması öngörülüyor, bize şu ana kadar gelen teyitli bilgiler bu çerçevede, bu sayı artabilir, azalabilir. Sayın Cumhurbaşkanımız da bu törenlere katılacaklar, tabi ki Paris’teyken oraya katılan devlet başkanlarıyla da ikili görüşmeleri olacak, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’ni kabul edecek, ayrıca program el verdiği oranda da diğer ikili görüşmelerini gerçekleştirecek. Türkiye’nin tabi böyle bir uluslararası platforma davet edilmesi önemli, Türkiye’nin bölgesel ve küresel diplomasi içindeki yerinin teyit edilmesi açısından da önem arz ediyor, ama özellikle ikili görüşmeler de törenlerin yanında ayrıca önem arz ediyor.
Ama tabi önümüzdeki haftalarda üst düzey başka ziyaretler de olacak, bildiğiniz gibi ay sonunda G-20 Zirvesi münasebetiyle Arjantin’e bir ziyareti olacak Sayın Cumhurbaşkanımızın, orada da G-20 liderleriyle görüşmeleri olacak. Öncesinde de bir dizi üst düzey ziyaretler olabilir.”