Mısır’da darbenin hasarı her geçen yıl artıyor
İstanbul
Mısır’da 3 Temmuz 2013’te gerçekleşen askeri darbenin üzerinden altı yıl geçti. Dönemin genelkurmay başkanı Abdülfettah es-Sisi’nin başını çektiği askeri darbe sadece Mısır için değil, Orta Doğu’da uzun yıllardır baskıcı yönetimlere maruz kalan kitlelerin farklı motivasyonlarla kalkıştıkları devrim hareketleri açısından da bir dönüm noktasıydı. Nitekim Mısır’daki devrim sürecinin başarısız olması, diğer ülkelerdeki süreçlerin de aynı akıbete uğraması açısından önem taşımaktaydı.
Mısır’da darbenin ardından yönetimi ele geçiren Sisi’nin ülkedeki muhaliflere yönelik baskı ve yıldırma politikası özellikle dikkat çekti. Darbenin hemen ardından Rabiatül Adeviyye Meydanı’nda gerçekleştirilen katliamla binden fazla sivil muhalifi katleden Mısır rejimi, muhaliflere karşı en ufak bir acıması olmayacağını açık bir şekilde gösterdi.
Bunun yanında Mısır’daki Müslüman Kardeşler hareketinin siyasi bir aktör haline gelmesi ve ülkede iktidar kadrolarını kontrol etmesi, özellikle bu harekete yıllardır mesafeli olan Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri açısından ciddi bir tehdit olarak görülmüştü. Bu iki ülke Müslüman Kardeşlerin bölgesel bir güç haline gelmesini kendi rejimlerinin geleceği açısından bir risk olarak görmüşlerdi. Bu nedenle Riyad ve Abu Dabi’nin desteklediği askeri darbe hem bu iki ülke hem de bölgede Müslüman Kardeşlerin güçlenmesini tehdit olarak algılayan İsrail ve ABD açısından hayati önem taşımıştır.
Bu durum darbeyi izleyen süreçte de açık biçimde gözlemlenmişti. Mısır’da darbenin ardından iktidara gelen Sisi rejimi, Müslüman Kardeşler hareketini ortadan kaldırmak amacıyla her türlü baskı politikasını işlevselleştirirken, Suudi Arabistan ve BAE de bölgesel ve küresel düzeyde hareketin meşru bir aktör olarak kabul edilmemesi adına yoğun çaba sarf ettiler. Müslüman Kardeşler önce Mısır, daha sonra da Suudi Arabistan ve BAE’de terör örgütü ilan edilirken, bu yönde karar almaları için diğer bölge ülkelerine de bu üç yönetim tarafından baskı yapıldı.
Müslüman Kardeşler’in mücadelesi
Mısır’da darbenin ardından yönetimi ele geçiren Sisi’nin ülkedeki muhaliflere yönelik baskı ve yıldırma politikası özellikle dikkat çekti. Darbenin hemen ardından Rabiatül Adeviyye Meydanı’nda gerçekleştirilen katliamla binden fazla sivil muhalifi katleden Mısır rejimi, muhaliflere karşı en ufak bir acıması olmayacağını açık bir şekilde gösterdi. İzleyen süreçte ise olası bir yeniden kalkışmayı engellemek ve bu anlamda riski tamamen ortadan kaldırmak amacıyla Sisi rejimi sadece Müslüman Kardeşler hareketine yönelik değil, ülkedeki tüm örgütlü muhalefete karşı ciddi bir baskı kampanyası yürüttü. İslami, liberal, seküler ve sosyalist tüm ideolojilerden darbe karşıtları rejimin baskısına bir şekilde maruz kaldı.
Öyle ki bu durumdan 3 Temmuz 2013 darbesine destek olan 6 Nisan Hareketi dahi nasibini almış, kuruluş yasaklanırken, liderleri de uzun süre hapis cezası almışlardır. Benzer bir durum Devrimci Sosyalistler için de geçerlidir. Harekete yönelik birçok tutuklama gerçekleştirilirken, 25 Ocak Devrimi’nin yıl dönümünde Kahire’de düzenlenen gösteriler sırasında hareket üyesi bir aktivist polis tarafından öldürülmüştür. İzleyen süreçte hem 6 Nisan Hareketi hem de Devrimci Sosyalistler, Sisi rejiminin daha fazla baskısına maruz kalmamak için geri adım atmak zorunda kalmış ve muhalif söylemi dillendirmeyi bırakmıştır.
Ancak askeri darbenin en büyük mağduru ve sonraki süreçte hedefi olan Müslüman Kardeşler hareketi, diğer muhalif grupların aksine barışçıl ve sivil mücadelesini devam ettirme kararı aldı. Silahlı hiçbir eylemin parçası olmayan Müslüman Kardeşler üyeleri darbeyi kesin bir dille reddettiler ve ülkede demokrasi için mücadele eden yegane grup olarak kaldılar. Bu mücadele Müslüman Kardeşler üyeleri açısından ağır bir maliyeti beraberinde getirdi. Hareket üyesi binlerce kişi bu süreçte ülke dışına çıkmak zorunda kaldı, bunu başaramayanlar ise kendilerini acımasız bir siyasi baskı sarmalının içerisinde buldular.
Binlerce Müslüman Kardeşler üyesi darbeyi izleyen süreçte hapse atılırken, büyük çoğunluğunun davaları yapılan anayasa değişikliği ile askeri mahkemeler tarafından görüldü. Kötü hapishane koşullarında, gerekli tıbbi müdahaleyi alamadan ve bazı insan hakları kuruluşlarının rapor ettiği üzere kötü muamele ve işkenceye maruz kalan Müslüman Kardeşler üyeleri tüm bu zorluklara rağmen demokrasi mücadelesini sürdürdü. Ancak Sisi rejimi bölgesel ve küresel güçlerden aldığı destekle baskıcı politikalarını devam ettirdi ve insan haklarını hiçe sayarak Müslüman Kardeşler liderlerini saf dışı etme stratejisi izledi.
Mursi’nin vefatı
Bu süreçte birçok Müslüman Kardeşler üyesi kötü hapishane şartları ya da gerekli tıbbi müdahaleyi alamadıkları için kalıcı hastalıklarla mücadele etmek zorunda kaldı ya da hayatını kaybetti. Bu anlamda en dikkat çeken olay geçen ay Mısır’ın demokratik seçimlerle göreve gelen ilk cumhurbaşkanı olan Muhammed Mursi’nin yargılandığı bir davadan dolayı çıkarıldığı mahkeme salonunda hayatını kaybetmesidir.
Altı yıldır hücre hapsinde tutulan Mursi’nin sağlık durumu bu süreçte giderek kötüleşirken ailesi ve avukatlarının tıbbi müdahale talepleri geri çevrildi. Uluslararası gözlemciler ve insan hakları kuruluşlarının Mısır yönetimine Mursi’nin sağlık durumunun giderek kötüleştiği ve derhal müdahalede bulunulması gerektiğine dair çağrıları da karşılıksız kaldı. Bu süre zarfında aile üyeleri ile de görüşmesi engellenen Mursi, 17 Haziran 2019’da mahkeme salonunda fenalaştı ancak uzun bir süre doktoraların müdahalesine izin verilmedi. Daha sonra hastaneye kaldırılan Mursi, yapılan müdahalelere rağmen hayatını kaybetti. Avukatları ve insan hakları kuruluşları Mursi’nin ölümünde tıbbi müdahalenin geç yapılmasının rol oynadığını belirttiler. Kahire’de Müslüman Kardeşler liderlerinin defnedildiği bir mezarlıkta düzenlenen Mursi’nin defin töreni yoğun güvenlik önlemleri arasında gerçekleştirildi.
Birçok uluslararası gözlemci ve insan hakları kuruluşu Mursi’nin vefatından Sisi rejimini sorumlu tuttu. Ancak belirtilmelidir ki Mursi’nin vefatında ve diğer Müslüman Kardeşler üyelerinin hapishanelerde zor koşullar altında ve tıbbi müdahaleden mahrum bırakılarak bir anlamda ölüme terk edilmelerinde, Sisi rejiminin sorumluluğu olduğu kadar tüm uyarılara rağmen Kahire’ye destek veren uluslararası aktörlerin de sorumluluğu var.
Uluslararası medyaya yansıyan haberlere göre Mısır hapishanelerindeki diğer bazı muhalif figürlerin de sağlık durumları giderek kötüleşiyor. Bu anlamda bir başka öne çıkan örnek de eski Müslüman Kardeşler üyesi Abdulmunim Ebul Futuh’tur. 1980’lerden itibaren hareketin üyesi olan ancak 2012 yılında cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde Müslüman Kardeşler’den ayrıldığını açıklayarak aday olan Ebul Futuh, askeri darbe sonrası dönemde eleştirel bir tutum takınmış ancak harekete üye olmadığı için ilk etapta rejimin doğrudan baskısına maruz kalmamıştı. Ancak eleştirilerini artırması üzerine 2018 yılında terör listesine eklenen Ebul Futuh, aynı yılın şubat ayında Londra’da verdiği bir mülakat sonrasında Mısır’a dönüşünün hemen ardından tutuklandı. İleri yaşı ve kötü hapishane koşulları nedeniyle sağlık durumu kötüleşen Ebul Futuh geçen hafta iki kez kalp krizi geçirdi ve ölümün eşiğinden döndü. Hücre hapsine tutulan Ebul Futuh’un ailesi yaptığı açıklamada muhalif figürün sağlık durumunun özellikle tıbbi ihmal nedeniyle giderek kötüleştiğini belirtti ve derhal önlem alınması çağrısında bulundu.
Rejime yönelik tepki artıyor
Mısır’da başta Müslüman Kardeşler üyeleri olmak üzere tüm muhaliflere yönelik bu insan hakları ihlalleri ve keyfi uygulamalar, Sisi rejiminin hem toplumsal düzeyde hem de Arap kamuoyları nezdinde meşru bir aktör olarak kabul edilmemesinin başlıca nedenidir. Bölgesel aktörlerle iyi ilişkiler geliştirmesine, Afrika’da yeni açılımlar gerçekleştirmesine ve Batılı ülkelerin tam desteğini almasına rağmen Sisi, ülkesinde iktidarı geniş kitlelerce sorgulanan ve varlığı ülkenin istikrarı açısından bir problem olarak görülen bir lider halini almış durumda.
Bu baskıcı ve ayrıştırıcı politikalarıyla toplumsal desteği giderek kaybeden, izlediği kötü ekonomi politikalarıyla özellikle dar gelirli kesimlerin tepkisini çeken ve her ne kadar aktif bir görünüm verse de dış politikada attığı başarısız adımlarla ülkesinin çıkarlarını uzun vadede riske eden Sisi, muhaliflere yönelik yoğun baskısını sürdürerek rejime karşı toplumsal tepkinin daha da artmasına neden oluyor. ABD ve İsrail başta olmak üzere küresel güçlerden aldığı desteğe güvenen Sisi, iç kamuoyunda kendisine karşı giderek derinleşen öfkenin gelecek dönemde sindirilmesi imkansız bir noktaya gelebileceğini hesaba katmıyor. Bu nedenle Sisi rejiminin, aradan geçen altı yıla rağmen neden halen meşruiyet tartışmalarına konu olduğunu sorgulaması gerekiyor.
[Orta Doğu siyaseti, Arap devrimleri, Mısır’daki devrim süreci ve Körfez siyaseti konularında uzman olan Doç. Dr. İsmail Numan Telci, Sakarya Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü ve Ortadoğu Enstitüsü’nde öğretim üyesi olarak çalışmakta aynı zamanda ORSAM Başkan Yardımcılığı görevini yürütmektedir]