Suudi Arabistan’da ulema ile siyasi otorite arasındaki rekabet
2015 yılında Kral Abdullah’ın ölümüyle boşalan Suudi tahtına Kral Selman oturduğunda ülke siyasetinde yeni bir dönem başladı. Kral Selman’ın henüz otuzlu yaşlardaki oğlu Muhammed bin Selman’ı Suudi tahtı için hazırlaması, Suudi tahtına Kral Abdülaziz’in oğulları yerine torunlarından birinin oturacak olması sebebiyle, ülke tarihinde bir ilki teşkil ediyor. Muhammed bin Selman’ın bu süreçte giriştiği Vizyon 2030, Yemen savaşı ve “Ilımlı İslam” projelerinin, nüfusunun büyük bir kısmı gençlerden oluşan Suudi Arabistan’da yeni bir heyecan oluşturması kadar, tahta oturması için içeride ve dışarıda gereken desteği sağlaması da bekleniyor. Kısa sürede zafer kazanılacağı umuduyla girilen Yemen savaşının çıkmaza girmesi nedeniyle, son dönemde Vizyon 2030 ve “Ilımlı İslam” projeleri Suudi siyasetinde daha fazla öne çıkmış görünüyor. Bu durumun en önemi göstergeleri ise Aramco’nun özelleştirilmesi yönünde son dönemde atılan adımlar ve Suudi Eğlence Otoritesi’nin faaliyetlerini yoğunlaştırması oldu.
Bazen farklı politik yaklaşımlar sergileseler de ulema ile İbn Suud yönetimi arasında ülke tarihi boyunca, rejimin güvenliğini tehlikeye atacak boyutta bir çatışma çıkmamıştır.
Ancak görünen o ki Muhammed bin Selman’ın sanat, eğlence, spor ve sivil toplum örgütlerini teşvik etmek suretiyle toplumsal unsurları dönüştürerek Suudi ulusal kimliğinin takviye edilmesini de içeren sosyoekonomik siyaseti (Vizyon 2030 ve “Ilımlı İslam”) Suudi toplumunda çok fazla bir karşılık bulmadı. Kasım ayının başlarında Riyad’da Kral Abdullah Park Tiyatrosu’nda sahnelenen oyun esnasında düzenlenen bıçaklı saldırıda biri kadın üç sanatçının yaralanması da bunun en önemli göstergesi. Üstelik bu saldırının Eğlence Otoritesi’nin son dönemde düzenlediği farklı eğlence etkinliklerine yönelik sert eleştirilerin akabinde gerçekleşmesi, reform politikasının toplumsal destekten yoksun olduğu iddiasını güçlendiriyor. Bugün yaşananlar, Suudi Arabistan tarihindeki benzer olaylarla birlikte değerlendirildiğinde, gerçek birer modernleşme hamlelerinden ziyade, Suudi siyasetinde siyasi elit ile ulema arasındaki nüfuz mücadelesi gibi durmaktadır.
Suudi uleması, geçmişte olduğu gibi bugün de, ülke siyasetindeki geleneksel nüfuz alanlarını korumak için başvuracağı çok etkili mekanizmalara sahip. Ulemanın Suudi toplumu üzerindeki nüfuzu bu araçlardan biri.
Modern Suudi tarihinde Suudi müesses nizamında yaşanan ayrışmalar
Bugün Suudi Arabistan olarak bildiğimiz devletin temelleri 1744 yılında Muhammed bin Abdulvehhab ile Muhammed bin Suud arasında kurulan pakt ile atılmıştı. Muhammed bin Abdulvehhab ile Muhammed bin Suud arasında yaklaşık üç asırdır değişmeden kalan anlaşma gereğince, İbn Suud ve soyu politik ve askeri yapıyı kontrol ederken Abdulvehhab ve soyu (Eş-Şeyh ailesi) dini yapıyı kontrol etmektedir. Eş-Şeyh ailesinin dini gücü, yöneticilere itaat doktrini (fıkhu’t-tâ’a) sayesinde, İbn Suud yönetimine meşruiyet kazandırmasından kaynaklanmaktadır. Bu doktrin, egemen gruba sadakati dinî bir çerçevede tanımlar ve belirli sınırlı durumlar hariç, hükümdarın otoritesine meydan okumayı yasaklayan teolojik bir ilkeye dayanır.
Ülke tarihi boyunca, Suud ulemasıyla yönetici elit birbirine kenetlenerek kemikleşmiş bir yapıyı temsil etmiştir. Yönetici elitle ulema arasındaki bu kemikleşmiş yapının varlığına rağmen ülke siyaseti, her iki erkin birbirinin nüfuz alanlarını sınırlama girişimleri yüzünden zaman zaman gerginliklere sahne olmuştur. Ancak farklı politik yaklaşımlar sergileseler de ulema ile İbn Suud yönetimi arasında ülke tarihi boyunca, rejimin güvenliğini tehlikeye atacak boyutta bir çatışma çıkmamıştır.
Ulema ve yönetici elit arasındaki bu konsensüs, her iki yapının da ülke yönetiminde birbirinin imtiyazlarına saygılı davranmasına dayanmaktadır. Siyasi ve askeri alanı yöneten İbn Suud ailesinin ulemanın imtiyazlı olduğu dini ve kültürel alanı denetlemeye yönelik politikalar geliştirdiği dönemlerde, Suud ulemasının kendi yönetim alanlarını korumak için harekete geçtiği ya da bu yönde toplumsal nüfuzlarını kullanarak yönetime baskı yapmaya çalıştığı olmuştur. Hanedanın ulemayı devlet yönetiminden dışlamaya dönük politikaları sonucu ortaya çıkan gerginlikler, ülke dışından Suudi Arabistan’a yönelik tehditlerin arttığı dönemlerde, Suudi yönetiminin ulemaya verdiği tavizler ve izlediği yatıştırma politikaları sayesinde aşılabilmiştir.
Son dönemde Muhammed bin Selman’ın giriştiği modernleşme hamleleri, ülke siyasetinde ulema ile yönetici elit arasında yeni bir gerginliği ortaya çıkarmış durumda. Bugünkü Suud uleması ile yönetici elit arasında yaşanan gerginlikleri anlayabilmek için, modern Suudi Arabistan tarihinde yaşanmış iki olaya yakından bakmak gerekiyor: 1965 yılındaki televizyon istasyonu protestoları ve 1979 yılındaki Cuheyman hadisesi.
1960’lı yıllar, Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdünnasır’ın Kahire Radyosu aracılığıyla, “gerici rejimler” olarak isimlendirdiği Ortadoğu monarşilerine yönelik yoğun bir propaganda savaşı başlattığı yıllardı. Nasır’ın devrimci propagandalarına cevap vermek üzere Kral Faysal -ki anne tarafından ulema kökenli, Muhammed bin Abdülvehhab’ın soyundan gelen tek Suudi kralıdır- 1963 yılında televizyon kurma isteğini dile getirdiğinde, başta ulema olmak üzere çok geniş bir yelpazede muhalefetle karşılaştı. Ülke tarihinde ilk defa ulema halka sokaklara inerek rejim aleyhine gösteri yapma çağrısı yaptı. 1965 yılında Riyad’daki televizyon istasyonu önünde düzenlenen gösterilerde, içinde kraliyet ailesi üyelerinin ve ulema mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi öldü. Bu gösteriler sırasında öldürülenlerden biri de Suud Kralı Abdülaziz bin Suud’un torunu Halid bin Müsaid bin Abdülaziz’di. Halid’in Kardeşi Faysal bin Müsaid bin Abdülaziz ise 1975 yılında amcası kral Faysal’a bir suikast düzenleyerek öldüren kişidir. Bu süreçte Suudi uleması toplum üzerindeki nüfuzu sayesinde Kral Faysal’a geri adım attırmayı başarmış, kriz radyo ve televizyonun ulema denetimine verilmesi ile aşılmıştı. Mısır Cumhurbaşkanı Nasır kaynaklı tehdidin büyüklüğü, Faysal’ın televizyon istasyonlarını ulemanın denetimine vererek onları yatıştırma politikası takip etmesinde en önemli etken olmuştu.
Suudi yönetici elit ile ulema arsındaki ikinci ayrışma ise 1979 yılında Cuheyman el-Uteybi liderliğinde bir grup Suudi vatandaşının Mekke’deki Mescid-i Haram’ı işgal etmesyile ortaya çıkmıştı. Kendisi Suudi ulusal muhafızlarına mensup bir asker olan Cuheyman aynı zamanda Suudi ulemasının önemli isimleri Albani ve İbn Baz gibi isimlerin de talebelerindendi. Cuheyman Mescid-i Haram’ı işgal ettikten sonra cami hoparlörleri aracılığıyla tüm Mekke halkına, yönetimi yolsuzluk, Batılı kafirlerle ittifak kurma, İslam ilke ve prensiplerine aykırı davranmakla suçlayan ve günlerce süren bir propaganda yapmıştı. Bu baskın sırasında Cuheyman İslam’a aykırı tüm uygulamaların (televizyon dahil) yasaklanması gerektiğini savunmuştu. Cuheyman’ın bu girişiminin (yönetimin güvenliğinin bel kemiğini teşkil eden) ulusal muhafızlar arasında da destek görmüş olması, yönetim açısından tehdidin boyutunu artıran bir unsur olmuştu. Cuheyman hadisesi sonrasında da Suudi yönetimi geri adım atmış ve (1973 yılındaki petrol ambargosunu takiben katlanarak artan ülke gelirlerine dayanarak başlattığı) sosyal liberalleşme politikalarını yavaşlatmıştı. Cuheyman hadisesi ile Suudi Doğu vilayetindeki Şiilerin (İran devrimini model alan) yönetime isyan girişimlerinin aynı döneme denk gelmesi, bu dönemde Suudi yönetiminin ulema karşısındaki tavizkar pozisyonunun en önemli sebebiydi.
– Muhammed bin Selman’ın “Ilımlı İslam” politikasının yansımaları
Modern Suudi tarihinde ulema ile yönetici elit arasındaki tüm gerginlikler yukarıda sayılan bu iki olayla sınırlı değildir. 1929 yılında Suudi ordusunun belkemiği mesabesindeki İhvan Askerleri’nin isyanı, 1930’lu yıllarda modern Suudi ordusunun kuruluşu sırasında askerlerin giydiği kıyafetlere (tayt pantolon) ulemanın gösterdiği tepkinin yol açtığı gerginlik gibi hadiselerle bu örnekler çoğaltılabilir.
Ülkede yönetimin toplumsal meşruiyetinin zayıflığını ifade eden sosyal sözleşmenin yokluğu, ulemayı ve temsil ettiği dini değerleri yönetimin meşruiyeti için en önemli güç haline getirmiştir. Özellikle ülkede radyo-televizyon, eğitim, yargı gibi dinî-kültürel alanın ulemanın denetimine verilmesi, bir taraftan ulemaya toplum nezdinde geniş bir nüfuz alanı sağlarken diğer taraftan ulemaya Suudi ulusal kimliğini kendi dini öğretisine (Vehhabilik) göre şekillendirme imkânı da vermiştir. Her iki olayda da ulema, ülkede kontrol ettiği politik araçlar vasıtasıyla, (1744 yılında Muhammed bin Suud ile Muhammed bin Abdülvehhab arasında imzalanan paktın kendi uhdesine verdiği) dini ve kültürel alanın yönetici elit eliyle daraltılmasına itiraz etmiş ve büyük oranda da tezlerini kabul ettirmeyi başarmıştır.
Suudi tahtına oturmasına kesin gözüyle bakılan Muhammed bin Selman’ın teşebbüs ettiği hızlı reform politikası ülkenin toplumsal, ekonomik ve siyasi yapısında önemli sonuçları olacak bir süreci başlattı. Reformların toplumsal bir dayanaktan yoksun, merkezden zorla dayatılan bir nitelikte olması, geçmiş dönemdeki sosyal huzursuzlukların benzerlerini ortaya çıkarma potansiyeline işaret ediyor. Aslen Muhammed bin Selman’ın giriştiği modernleşme hamlesi, tıpkı seleflerininki gibi, ulemanın devlet içindeki pozisyonunu zayıflatmaya ve merkezi otoriteyi güçlendirmeye yönelik bir politikadır. Geçmiş Suudi kralları ne zaman benzer hamleler yapsalar, yukarıda anlatılan iki örnekte de olduğu gibi, bu hamleler ulema tarafından sert tepkilerle karşılaşmıştı. Ulemanın bu tepkisi (ülkenin dışarıdan maruz kaldığı tehdidinin büyüklüğü ve aciliyetine bağlı olarak) çoğu zaman siyasi eliti ulema karşısında geri adım atmaya mecbur bırakmıştı.
2015 sonrası dönemde modernleşme adına kurulan Suudi Eğlence Otoritesi’nin faaliyetlerine yönelik, başta ulema olmak üzere muhafazakâr kesimlerden sert tepkiler gelmeye devam ediyor. Üstelik Muhammed bin Selman tarafından kurulan Eğlence Otoritesi’nin başına, ulemadan yükselecek olası tepkileri yatıştırmak için, Muhammed bin Abdulvehhab’ın torunlarından ve ulema kökenli Türki eş-Şeyh getirilmişti. Nasıl ki geçmişte Kral Faysal’ın radyo ve televizyonun denetimini ulemaya vermesi Cuheyman ve adamlarının yönetime karşı hoşnutsuzluğunu bertaraf etmeye yetmediyse, Muhammed bin Selman’ın Eğlence Otoritesi’ni eş-Şeyh ailesinin uhdesine vermesi de yeni dönemdeki modernleşme hamlelerine yönelik tepkileri azaltmadı.
Ülke turizmini hareketlendirmek ve Suudi milli gelirinde turizmin payını artırmak için, evli olmayan kadın ve erkeklerin aynı otel odalarında kalmasına müsaade edilmesi, Kızıldeniz sahiline çok büyük bir turizm merkezinin kurulmasının planlanması, konserler ve dans gösterileri gibi bazı uygulamalar, Suudi uleması tarafından hoşnutsuzlukla karşılanmaktadır. Örneğin Eğlence Otoritesi’nin yakın zamanda Riyad’da organize ettiği bir etkinlikte kadın ve erkeklerin karışık oturması ve bazılarının karşılıklı dans etmeleri, ulema tarafından yöneltilen eleştirilerin hedefi olmuştur. Ülkenin en yüksek din otoritesi konumundaki Abdülaziz eş-Şeyh yaşanan bu gelişmeleri değerlendirdiği El-Mecd TV’de, konserlerin ve sinemanın zararlı olduğunu ve ahlaksızlığa neden olduğunu söyleyerek tepkisini ortaya koymuştur. Ancak Müftü eş-Şeyh yaşananları eleştirirken dikkatli bir üslup kullanmış ve siyasi otoriteyle karşı karşıya gelmekten de sakınmıştır.
Özellikle bu süreçte Muhammed bin Selman’ın turizm alanında yapmak istediği düzenlemelerin ulemanın tepkisini çekmesi, ülke siyasetindeki nüfuz alanlarıyla yakından ilgili. Çünkü Muhammed bin Selman Kızıldeniz sahiline kurulması planlanan büyük turizm kentinin, bölgeye yabancı turist çekebilmek için, ulemanın denetimindeki ulusal yargı ağının dışında özel bir yargı mekanizmasına tabi olacağını ilan etmiştir. Bu yeni durum, ulemanın tekelinde olan yargı mekanizmasında önemli bir gedik açacaktır. Yine aynı dönemde, ulemaya bağlı olan din polisinin (Mutavva) bazı yetkilerinin elinden alınması ve eğitim müfredatında yapılan değişiklikler de benzer şekilde ulemanın Suudi politik sistemindeki etkinliğini zayıflatacak sonuçlar doğuracaktır.
Bugün Suudi Arabistan’da Muhammed bin Selman’ın öncülük ettiği modernleşme hamlesinin arka planında, Suudi devletinin yeniden organize edilerek merkezi otoritenin güçlendirilmesi ve yeni bir Suudi ulusal kimliğinin inşası yatmaktadır. Bu yeni politika, ulemanın Suudi politik sistemindeki etkinliğinin yeniden tanımlanmasını zorunlu kılmaktadır. Muhammed bin Selman yeni dönemde Suudi Arabistan devletinin meşruiyetini, ulemadan ziyade, 1980’li yıllardan itibaren yükselen eğitimli, varlıklı ve ulemadan daha ılımlı bir din yorumunu (bazı uzmanlar Suudi orta sınıfını seküler olarak tanımlıyor) benimseyen Suudi orta sınıfına dayandırmayı planlamakta. Ancak ülkenin son dönemde karşı karşıya olduğu küresel ve bölgesel tehditler, kısa vadede radikal bir politika değişikliğini zorlaştırıyor.
Suudi uleması, geçmişte olduğu gibi bugün de, ülke siyasetindeki geleneksel nüfuz alanlarını korumak için başvuracağı çok etkili mekanizmalara sahip. Ulemanın Suudi toplumu üzerindeki nüfuzu bu araçlardan biri. Başta bu ayın başında yaşanan bıçaklı saldırı hadisesi olmak üzere, son dönemde Eğlence Otoritesi’nin düzenlediği etkinliklere yönelik artan toplumsal huzursuzluk, büyük oranda ulemanın Suudi politik sistemindeki nüfuzunu korumaya yönelik perde gerisindeki refleksinden beslenmekte.
Bugün geriye dönüp Yemen savaşına baktığımızda, Muhammed bin Selman’ın Yemen savaşını başlatırken güttüğü amacın, askeri olmaktan çok, psikolojik ve diplomatik olduğunu söyleyebiliriz. Muhammed bin Selman’ın Yemen savaşının sonucunu öngörüp öngörmediğini bilmemiz mümkün değil. Ancak ülkede politik reformların önünü açmak için uygun bir atmosfer oluşturması sebebiyle savaş, askeri olarak kaybedilse de, Suudi toplumunu yeni dönemde hazırlıkları yapılan sosyoekonomik dönüşümlere hazırlama işlevi görmüştür.