Gündem

Türkiye Seçimleri: Biz Almanya’da neyi yanlış yapıyoruz?

Vatanlarında ki herhangi bir siyasetçiyi seçmiş olan Türk vatandaşları ile ilgili yapılan şuan ki tartışmalar yine Almanya’da ki gündemimizi belirliyor.

Türkiye’deki seçim sonuçlarının yarattığı hayal kırıklığı gözlerden ve kulaklardan kaçmıyor. Almanya’da bir yurtdışı seçimi ve seçmenin iradesi ile ilgili bu denli açık bir hayal kırıklığı ve duygusal bir ilgi herhalde çok nadir rastlanan bir olaydı. Yoksa siz Macaristan, Slovakya, Polonya, Rusya veya ABD seçimleri esnasında ve sonrasında Almanya’da yaşayan ve o ülkelerde seçme hakkı bulunan kişilerin seçim tutumu ve bununla bağlantılı olarak Almanya ile ilgili aidiyet tartışmasına rastlamışmıydınız?

Seçmen iradesinin kabulü

Vatanlarındaki herhangi bir siyasetçiyi seçen Türk vatandaşları ile ilgili yapılan şuan ki tartışmalar yine Almanya’da ki gündemimizi belirliyor. Öyle görünüyor ki, bizler seçmenin iradesi, demokratik bir hak olan gizli seçim ve seçmenin kendi kaderini belirleme hakkı ile rahatsızlık duyuyoruz. Düşünce tarzımız ne derece felç olmuş ve gergin olmalı ki, insanlar demokratik seçme iradeleri için kendilerini açıklamaları gerekiyor. Yoksa bu insanlar ellerinde hala bir gizli seçme hakkı bulunduğu için minnettar mı olmalılar? Bu nasıl bir demokrasi anlayışıdır? Biz insanların siyasi talebine ve özgür seçim kararına saygı duymayı öğrenmeliyiz. Bir kişinin neyi ve kimi seçtiği onun özel meselesidir. Demokrasiyi argüman olarak kullanan demokratik davranmalıdır ve buna seçim sonucunu kabullene de dahildir.

Yüksek seçim katılımı demokratik bir meşruluktur

Türkiye’de ki seçimlere katılım oranı yüzde 87,5’i bulmuştur. Ve bir cumhurbaşkanı adayı bir kez daha yüzde 50’den fazla oy almıştır. Bu oranlar Batı’da ki birçok siyasetçinin hayalinde gördüğü rakamlardır. Sadece karşılaştırılsın diye şu örnekleri veriyorum: Almanya’da ki 2009 senesi Federal Meclis seçimlerine olan katılım sadece yüzde 70,8 olmuştur. 2013 yılında seçmenlerin yüzde 71,5’i Alman parlamento seçimlerine katılmıştır. 2017’de bu oran yüzde 76,2’ye çıkabilmiştir. Son 20 yılda gerçekleştirilen Avrupa Parlamento seçimlerindeki katılım oranları yüzde 40 ile 45 arasında kalmıştır. Ve bir bilgi daha vereyim: Federal Almanya tarihinde sadece bir parti tek bir defa yüzde 50’nin üzerinde oy almayı başarmıştır. Bu da 1957’de olmuştur. İki partiden oluşan Birlik Partileri (CDU ve CSU) o sene yüzde 50,2 oy alabilmiştir. Bu tarihten sonra bu partiler hiçbir zaman yüzde 50’yi aşamamışlardır. Sosyal demokratlar (SPD) ise 1949 yılında kurulan Federal Almanya tarihinde bu oranı hiçbir zaman aşamamışlardır. SPD’nin en başarılı olduğu Federal Meclis seçimleri, yüzde 45,8 oy aldıkları 1972 senesi olmuştur. Bu sebeple biz Almanlar yurtdışında ki seçim sonuçları ve o seçimlerin demokratik meşruluğu ile ilgili tartışırken biraz daha ihtiyatlı davranmalıyız.

Türkiye bir müstemleke değildir

Çünkü bizim o ders verircesine, kibirli ve kendimizi beğenmiş olarak karşı tarafa yansıyan tarzımız istek ve çıkarlarımızın tam tersine vesile olabilir ve daha fazla insanı dışlayabilir. Biz bu insanların sırt çevirmesini mi istiyoruz? Yoksa biz onları kazanmak mı istiyoruz? Biz Almanlar bazı medya çevrelerinin, bazı siyaset çevrelerinin ve merkeze doğru ilerleyen marjinal toplumsal çevrelerin dışlayıcı stratejileri hakkında kafa yormalıyız. Türkiye’nin başka bir ülkenin müstemlekesi olduğunu düşünürsek, büyük bir hata yapmış oluruz. Almanya’da ki sağ popülist ve aşırı sağ partilerin bu denli başarılı olmalarının bir sebebi de, bizim Alman siyasetçilerimizin çoğu kez harici problemler ile uğraşmalarında ve Almanya’da ki sorunlar ile yeterince ilgilenmemelerinde yatmaktadır. Örneğin bir tarım bakanı başörtüsü ve türban sorusu yerine daha fazla süt oranları, tarım sübvansiyonları, gıda güvenliği veya hayvan sağlığı ile ilgilenmelidir.

Biz Almanlar kendi sorunlarımız ile ilgilenmeliyiz

Recep Tayyip Erdoğan’ın Almanya’da ki emeklilik sorununu çözeceğini umuyorsak, yanlış ediyoruz. Erdoğan’ın asgari ücret ve halk arasında Hartz IV ismi verilen sosyal yardım sorunlarını çözeceğini düşünüyorsak, daha çok bekleyebiliriz. Erdoğan Almanya’daki eğitim sorununu mu çözecek? Yoksa Erdoğan – birçok kişi onun bunu başarabileceğini düşünse de – Almanya’da ki trafik ve altyapı siyaseti ile mi ilgilenecek? Erdoğan Alman bakım sistemindeki sorunları mı bitirecek? Erdoğan bizim Almanya’da ki işsizliği ve fakirliği mi sonlandıracak? O mu, Almanya’da ki sosyal, toplumsal ve siyasi yarılmayı mı engelleyecek? O mu, şehirlerimizde ki konut ihtiyacının karşılanması için görev yapacak? Bizler başka insanlara akıl vereceğimize kendi sorun ve sıkıntılarımız ile ilgilenmeliyiz.

Hangi hataları yaptık?

Bu tartışma ve ona dahil olan kişi ve medya organlarının izlendiği taktirde şimdiye kadar yapılan geçmiş tartışmalardan hiç ama hiçbir şey öğrenilmediği görünüyor. Sorunu Erdoğan seçmeninde aramakla kolaya kaçıyoruz. Asıl „biz nerede hata yaptık” sorusunu sormalıyız. Bu sorunun vakti gelmiştir. Örneğin gündelik hayatta, iş hayatında, konut ve ev arama da ki ayrımcılığın bu seçim tavrı ile bir ilgisinin olup olmadığını kendimize sorabiliriz. Ayrıca toplumumuzun merkezine kadar ulaşan gündelik ırkçılığın, İslam düşmanlığının, Müslüman nefretinin ve yabancı düşmanlığının şu veya bu partiye oy vermede bir etken olup olmadığını da sorabiliriz.

Özeleştiri gerekli

Almanya’da yılbaşından bu yana terör örgütü PKK bağlantılı gruplar tarafından 50’ye yakın camiye, Müslüman ve Türklerin derneklerine saldırı gerçekleştirildi. Bu saldırılar Alman kamuoyunda yeterince konu edilmedi. Tam tersi, saldırılar ya hiç görülmedi, ya da oluğundan küçük veya zararsız gösterildi. Şiddet eylemlerini üstlenenlerin bildiri yayınlamalarına rağmen suçlulara neredeyse hiç dokunulmadı. Almanya’da ki Türk kökenli toplum siyaset, medya ve kamuoyunun sadece bu mesafeli tutumunu değil bununla birlikte Türklere olan ilgisizliği de kaydetti. Dayanışma geldi, ancak çok değişik bir yerden geldi. Almanya’da ki Türk kökenli insanların endişelerini başka birisi önemsedi. O, en azından bu insanlara onların kaygılarını ciddiye aldığını, önemsediğini ve onlarla ilgilendiği hissini verebildi. Bu bile o insanların gönüllerini kazanmaya yetti. Biz Almanlar da bu olup bitenlerden sonra bu insanların birinci veya ikinci vatanlarında neden şu veya bu siyasetçiyi seçtiğine hayret mi ediyoruz? Biz Almanlar da bu insanlara neden ulaşamadığımıza mı şaşırıyoruz? Bizler sonra çıkıp ta uyum ve entegrasyon siyasetimize mi şaşıyoruz? Özeleştirimiz nerede?

Kendi gözündeki merteği görebilmek

Yıllardır devam eden empatisizliğimiz gittikçe daha fazla insanı duygusal olarak kaybettiğimizi gösteriyor. Almanya’da ki bu gibi tartışmalarda fikir öncülüğünün Türk toplumunda hiçbir güvenilirliği ve itibarı bulunmayan C. Özdemir, S. Dağdelen, S. Ateş, N. Kelek, S. Güler, A. Toprak vs. gibilerine bırakılması ve medyanın sürekli olarak bu kişileri parlatması da başka bir ikilemdir. Özdemir ve arkadaşları ile Dağdelen-Yoldaşları’nın Türkiye seçimlerinde Türk kökenlilerin çoğunluğu tarafından demokratik görünen ancak silahlı terör örgütü PKK’nın uzantısı olan HDP’yi açıkça desteklemelerinin bizim inanılırlığımıza nasıl bir gölge düşürebileceğini hiç kendi kendimize sorduk mu? Almanya’da demokratik bir biçimde seçilenler ile ilgili en fazla ses çıkaranların, terör örgütünün siyasi öncü kuruluşlarının üye ve taraftarlarının olması adeta trajik ve ironik bir durumdur. Bu kişilere şu çağrıda bulunmak gayet yerinde olacaktır: „Sen niçin kardeşinin gözündeki çöpü görür de, kendi gözündeki merteği görmezlikten gelirsin?” (İncil, Matta 7:3)

Ayırma yerine bir araya getirmek – Almanya bizim vatanımız

Daima haklı olduğumuzu savunan ve kibirli bakış açımızdan kendimizi soyutlayamamamız ufak bir kusur değil, tam aksine rahatsız edici bir lekedir. Biz sürekli insanların kalplerini ve gönüllerini de kazanmamız gerektiğini unutuyoruz. Evet doğru: Konu duyguları ve gönülleri kazanmaktır. Almanya’da yaşayan Türk pasaportlular ve çifte vatandaşlar her ne kadar bütün diğer insanlar kadar bizim ülkemize ait olmalarına rağmen, ciddiye alınmadıklarını, kabul edilmediklerini ve hoş karşılanmadıklarını hissediyor. Her ne kadar vergilerini ödeseler de, hak ve yükümlülüklerini yerine getirseler de, yasalara riayet etseler de bu duyguları hissediyorlar. Eski cumhurbaşkanı Christian Wulff’un başlattığı hüsnü kabul kültürü yavaş yavaş avucumuzdan kayıyor. Ve bu, sağ popülist AfD partisi veya ırkçı söylemleri ile ün yapmış olan T. Sarrazin gibiler ile ortaya çıkmadı. Almanlar olarak bizim yapıcı ve birleştirici insanlara daha fazla ihtiyacımız bulunuyor. Bölücü ve onların borazanlarına ihtiyacımız yok. Almanya bizim yurdumuz ve vatanımız. Vatanımız olan Almanya, 2018 senesinde muhafazakar kesimi sakinleştirmek için ilk defa hayata geçirilmiş olan yurt bakanlığının kuruluşundan beri bizim vatanımız değil. Almanya bundan öncede bizim yurdumuz ve vatanımızdı.

Yasin Baş
Siyaset Bilimcisi, Tarih Bilimcisi, Gazeteci, Yazar.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu